30/11/2013 18:00
Hindistan’ın federal başşehri olan Yeni Delhi’yi de içine alan şehir. Hindistan’ın ortakuzey kesiminde yer alır ve bölgenin ulaşım ağının odak noktasını meydana getirir. Târih boyunca çeşitli imparatorluk ve krallıklara başşehir olan Eski Delhi, günümüzde bölgenin ekonomi ve yerleşme merkezidir. Hemen güneyindeki Yeni Delhi ise idârî hizmetlerin toplandığı bir şehir durumundadır. Nüfusu 5 milyona yakındır. Yeni Delhi’ninki ise 300.000 civârındadır.

Delhi birlik toprağı, Ganj kolu Yamuna Irmağının batı yakası boyunca uzanır. Batısında Aravalli Sıradağlarının kuzey uzantısını teşkil eden Delhi Sırtı yer alır. Delhi şehri Himalaya Dağlarının 160 km güneyine düşer. İklimin belirgin özelliği aşırı kuraklık ve çok sıcak yazlardır.

Eski Delhi’de binalar ve sokaklar iç içedir. Yeni Delhi ise İngiliz sömürgesiyken inşâ edildiğinden, üst rütbeli subayların rahat edeceği tarzda planlı, yeşil alanlı ve sükûnetin hâkim olduğu bir mîmâriyle kurulmuştur.

Delhi’nin çarpıcı mîmârî eserleri Hindistan târihinin bütün dönemlerini yansıtır. Erken Peştu üslûbunun örneği olan Kutb Minâre ve Kuvvetü’l-İslâm Câmiinde Hint üslûbu ve yapı malzemeleri İslâm motifleri ve yapı şartlarına uyarlanmıştır. Tuğlukâbâd ile Seyyid ve Ludî hükümdârlarının türbelerinde görülen Geç Peştu üslûbu, zarif kubbe, mermer, çini ve süslemelerle ayırt edilir. Geç Babürlü mîmârisini; Kırmızı Kale (Lal Kila) ve Mescid-i Cumânın belirgin özellikleri süslü dış yüzeyler, üst üste binmiş kubbeler ve yüksek minâreler aksettirir. 25 m yüksekliğindeki kırmızı kumtaşı surlarla çevrili Kırmızı Kalenin dibinde bir dizi saray, bahçe, kışla ve binâ yer alır. İngiliz döneminden kalma Kendriya Saçivalaya, Parlamento Binâsı ve Başkanlık Sarayı İngiliz mîmârisi ile geleneksel Hint kalıplarının özelliklerini birleştirir.

Delhi halkının yarısı göçle gelip yerleşenlerden meydana gelmiştir. Hindular nüfusun dörtte üçünü teşkil eder. Geriye kalan nüfûsun çoğu Müslümandır. Hıristiyan ve Budacı topluluk az bir nüfûsu teşkil eder. Delhi, büyük bir ticâret, turizm ve kültür merkezidir. Tekstil, besin ve kimyâsal madde sanâyii gibi modern sanâyiler yanında Eski Delhi’nin el sanatlarından olan fildişi işleme, mücevhercilik ve kazancılık gibi etkinlikler de sürdürülmektedir.

Târihin eski devirlerinden beri değişik yönetimlerce idâre edilen Delhi, 1193’te Türk Sultanı Gurlu Muizzeddin Muhammed tarafından ele geçirildi. Delhi 1206’dan 1526’ya kadar Müslüman Delhi sultanlarına başşehir oldu. Bu dönemlerden kalma eserler Delhi’nin medeniyetinin temelini oluşturur. 1526’da Hint-Türk İmparatorluğunun hâkimiyetine girdi. 1540’ta Afganlı Şir Şahın eline geçen şehri, Hümâyun, 1555’te Şir Şahın haleflerinden geri aldı. Hint-Türk İmparatorları bir süre Agra yakınında saltanat sürdüler. Daha sonra Şah Cihân’ın inşâ ettiği bu şehre sarayını taşıması üzerine, 1648’de Delhi, imparatorluğun başşehri oldu ve Şah Cihân adını aldı (Şahcihanâbâd). 1739’da İranlı Nâdir Şah ve 1761’de Afganlı Ahmed Şah tarafından yağmalanan şehir, 1803’te İngilizlerin eline geçti. Sipahiler’in 1857’deki ayaklanması sırasında 11 Mayıstan 20 Ekime kadar onların işgalinde kaldı. İngilizler Yeni Delhi’yi inşâ edince, Şahcihanâbâd, Eski Delhi adını aldı. Delhi 1911’de Hindistan İmparatorluğunun son başşehri, 1947’de de Hindistan’ın başşehri oldu.

DELHİ TÜRK SULTANLIĞI; Hindistan’daki Müslüman Gurlu Devletinin komutanlarından Kutbeddîn Aybeg tarafından Delhi’de kurulan Türk devleti. Bu devlete; Mu’izzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyîdler olmak üzere dört Türk sülâlesi birbiri arkasından hâkim oldular.

İslâmiyet, Aşağı İndüs vâdisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti. SonralarıHindistan içlerine Müslüman askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdârlarıydı. Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistan’daki dâimî merkezleri yaptılar. İktidârlarının sonuna doğru ise Lahor merkez olmuştu. Gaznelilerin yerini alan Gurlular için Pencab, Hindistan’ın fethi için önemli bir merkezdi. Gurlu Hânedânından 1173 senesinden sonra Gazne’de hükümdâr olan Şehâbüddîn (Mu’izzüddîn) Muhammed, Ganj Ovasında hâkimiyetini genişletti. Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işâretle, Ecmir’i fethetti. Emrindeki Türk asıllı kumandanlarından Kutbeddîn Aybeg’i bütün Hindistan’ın fethiyle vazifelendirdi. Hindistan’da İslâmiyetin yayılmasında önemli rol oynayan Muizzüddîn, 1206 senesinde ölünce, Lahor’a giden Kutbeddîn Aybeg, sultanlık teklifini kabul etti. Kuzey Hindistan’a hâkim olup, Delhi Türk Devletinin temelini attı. Ölen Muizzüddîn Muhammed’in kardeşi ve Batı Gurluların Sultânı Gıyâseddîn Mahmud bu durumu kabul edip Kutbeddîn’e, Melik ünvânını verdi. Bu sırada Sultân Muizzüddîn’in komutanlarından Tâceddîn Yıldız, Gazne’de hüküm sürmekteydi. Aybeg, onu yenerek Gazne’ye girdiyse de, kırk gün kalabildi. Daha sonra Tâceddîn Yıldız’ın baskısı üzerine Hindistan’a çekildi. Orada İslâmiyetin yayılması için çalıştı. Fethettiği yerleri câmi ve medreselerle süsleyip, mümtaz ilim sâhipleriyle şenlendirdi. âlimlere, fakir ve muhtaçlara maaşlar bağlattı. Sulh ve sükûnu sağlayıp, memleketinde her türlü zulme mâni oldu. Hak ve adâleti hâkim kıldı.

Kutbeddîn Aybeg, 1210 senesinde vefât edince, yerine dâmâdı Şemseddîn İltutmuş geçti. İltutmuş öncelikle diğer bölgelerde bağımsızlıklarını ilân eden komutanları da hâkimiyeti altına aldı ve Hindistan’da Türk İslâm hâkimiyetini yeniden kurarak, sağlamlaştırdı.

Daha sonra başarılı seferler düzenleyerek, hâkimiyet bölgesini genişletti. Vindhya Dağlarının kuzeyinde kalan bütün Hindistan’ı ele geçirdi. Abbâsî Halîfesi Muntasır-billah tarafından tanınan Hindistan’ın ilk Müslüman Türk sultânı oldu. Nâsır ve Emîr-ül-Mü’minîn lakabını aldı. Bir ara İsmâilîler, onu öldürmeyi ve devleti ele geçirmeyi plânladılarsa da, muvaffak olamadılar. Delhi sultanlarının en büyüklerinden olan İltutmuş, büyük İslâm âlimi Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî’nin talebelerindendi. İslâmiyetin Hindistan’da yayılması için çok gayret gösterdi. Ülkede birlik ve düzeni sağladı.

1236 senesinde Karakarlara karşı çıktığı seferde hastalanan İltutmuş, Mayıs ayında vefât etti. Ölümünden sonra kızı Râziye Begüm Sultan başa geçtiyse de ileri gelen devlet adamlarının muhâlefeti üzerine tahtı terk etmek zorunda kaldı. İç karışıklıklar devleti yıkılmanın eşiğine getirdi. Nitekim Moğollar; Sind, Mültan ve Batı Pencap’a girdiler. 1241 senesinde Lahor’u yağmaladılar. Kırklar diye bilinen komutanlar arasında kıskançlık yüzünden parçalanmalar baş gösterdi. Guwalyar ve Rantambor bölgeleri devletin elinden çıktı. Do’ab’daki Hindli yol kesiciler yüzünden, Bengal ile haberleşme tamâmen kesildi.

Bu sırada İltutmuş’un memlûk (köle)lerinden biri olan ve soyca Kıpçak Türklerine dayanan Balaban, devlet içinde büyük bir nüfûz kazanmıştı. Balaban, sür’atle harekete geçerek, muhtelif bölgelerde isyânları bastırdı. Hind kabîlelerini, racaları ve bâzı emîrleri cezâlandırdı. 1247 senesinde Kâlinca ile Kemâ arasındaki bölgeyi ele geçirdi. 1255 senesinde Kutluğ Hanın isyânını bastırdı. 1257 senesinde tekrar Hindistan’a giren Moğollara karşı büyük bir ordu hazırladı. Moğolların geri çekilmelerini fırsat bilerek birlikleri ile orduya katılmayan bâzı vâli ve beylerin üzerine yürüdü. Bunları sindirdi ve bir çoğunu affetti. Sultan Nâsıreddîn Mahmud Şahın 1266 yılında ölümü üzerine, iktidârın gerçek hâkimi olan Balaban, Gıyâseddîn lakabıyla tahta çıktı.

Tahta çıkar çıkmaz, merkez ordusunu yeniden düzenledi. Âsâyişi bozan Hindûları ve Delhi civârındaki haydutları şiddetle cezâlandırdı. Balaban, idâresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen, sultanlığın kaybettiği toprakları geri almak için fazla bir gayret göstermedi. Tek düşüncesi, hudutları tehdid eden Moğollara karşı hazırlıklı olmaktı. Bu gâyeyle Sind ve Batı Pencab’ın idârî durumunu yeniden düzenledi. Bölgeye önce Şir Hanı, ölümünden sonra oğlu Muhammed Hanı vâli tâyin etti. Diğer oğlu Mahmud Buğra Han ise, bir orduyla kuzeyde bulunuyordu. 1279 senesinde Moğollar, Pencab’a saldırdılar. Delhi Sultanlığı topraklarında epeyce ilerleyerek Sütlüce Irmağını aştılar, fakat bozguna uğratıldılar.

Moğol saldırısını fırsat bilen Bengal Vâlisi Tuğrul Han ayaklanarak bağımsızlığını îlân etti. Balaban, Moğolları yendikten sonra, kuzeyde bulunan oğlu Buğra Hanın ordusunu da yanına alarak Bengal üzerine yürüdü. Tuğrul Han hazinesini ve fillerini alarak Orissa ormanlarına sığındı ise de ele geçirilerek öldürüldü. Bengal vâliliğine oğlu Mahmud Buğra Hanı tâyin etti. Balaban’ın 1287 yılında vefâtından sonra başa geçen Muizzüddîn Keykubâd’ın başarısız idâresi, yerine geçen oğlu Keyûmers’in de küçük yaşta olması üzerine Halaçların Reisi Fîrûz Şâh, rakiplerini yenerek, Celâleddîn lakabı ile Delhi Sultanlığının başına geçti. Celâleddîn Fîrûz Şahın 1290 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına geçmesinden sonra, idâre Halacîler sülâlesine geçti.

Delhi Sultanlığına hâkim olan Halaç âilesi, eski bir Türk kabîlesi olan ve kesin olarak tesbit edilemeyen bir târihte Türkistan’dan göç edip, doğu Afganistan ile Hindistan’ın kuzey hudutlarına yerleşen Halaç Türklerine mensupturlar.

Fîrûz Şahın tahta çıktıktan sonra Hintli Prenslere karşı seferleri müsbet netîceler vermedi. Onun asıl isteği Moğollardan uzak kalmaktı. 1291-92 senesinde Moğol ordusunun büyük bir istîlâ teşebbüsü başarıyla önlendi ve Moğolların çoğu esir edildi. Bu esirlerin büyük bir kısmı Müslüman olarak Delhi Türk Sultanlığının hizmetine girdiler. Aynı sene içinde Mandor ve Ucceyn’e seferler düzenlendi. Bu arada Karâ vâlisi ve dâmâdı Alâeddîn Muhammed, hükümdârdan izin almadan Devagir üzerine sefere çıktı. 1294 senesinde sekiz bin kişilik bir süvârî birliğiyle yola çıkan Alâeddîn, Vindhyalar Dağlarını geçerek zor şartlar altında iki ay süren bir yolculuktan sonra, Devagir’e vardı ve şehri kısa sürede ele geçirdi. Alâeddîn, aldığı büyük ganimetlerle ülkesine döndü. Fîrûz Şâh bu gâlibiyete çok sevindi. Yeğenini tebrik ve teftiş için Karâ’ya gitti. 1296 yılında çıktığı bu yolculuğu esnâsında vefât etti. Yerine AlâeddînMuhammed Halacî geçti.

Alâeddîn Muhammed, uzun seneler Moğol saldırılarına karşı koymakla uğraştı. 1299 senesinde Kutluğ Hoca’nın kumandasında 200.000 kişilik bir Moğol ordusu Delhi önlerine kadar geldi. Alâeddîn, Moğollara karşı ordusunun az olmasına rağmen kahramanca savaştı ve Moğolları bozguna uğrattı. İç işlerini düzelten Alâeddîn Muhammed, 1302 senesinde fetihler yapmak için sefere çıktı. Racistan’da ünlü Çitor Kalesini kuşatarak aldı. Fakat ordu bu seferden yorgun ve çok kayıp vermiş olarak döndü. Ayrıca Telingan Devleti üzerine gönderdiği ordu da başarı elde edemeden ve yorgun döndü.

1305 senesinde Amroha ve 1306 yılında Ravi yakınlarında, Moğollar bozguna uğratıldı. Bu mücâdeleler sırasında Dipâlpur eyâleti hudutları Melik Gâzi Tuğluk’un idâresine verildi. Melik Gâzinin her sene düzenlediği seferlerden dolayı da Moğol tehlikesi kalktı.

Kuzey Hindistan’ın hemen hemen tamâmına hâkim olan Alâeddîn, 1308 senesinde Melik Kâfur’u güney seferine gönderdi. Melik Kâfur, önce Varangel’i 1310 senesinde de Madura ve Duâramudra’yı ele geçirdi. Böylece sultanlığın güney sınırları deniz sâhiline kadar dayandı.

Sultan Alâeddîn, hiç tahsil görmediği hâlde, şahsî kâbiliyet ve tecrübeleri ile devlet topraklarını genişletti. Birçok idârî yenilik yaptı. Müslümanların refah ve huzûr içinde yaşamalarını sağlamaya çalıştı. Sultan Alâeddîn 1316 senesinde ölünce, Melik Kâfur, Velîahd Hızır Hanın yerine henüz 5-6 yaşındaki Şihâbüddîn Ömer’i tahta çıkardı. Buna karşı çıkan Alâeddîn’in üçüncü oğlu Mübârek Han, Melik Kâfur’u öldürttü. 1316 senesi Nisan ayında kardeşini de hapse attırarak Kutbeddîn lakabı ile tahta çıktı. Mübârek Han, babasının bâzı kânunlarını yürürlükten kaldırdı. Gucerât ve 1318 senesinde Devagir’deki isyânları bastırdı. Ancak bir Hindû dönmesi ve kölesi olan Hüsrev Han tarafından 1320 senesi Nisan ayında öldürüldü. Hüsrev Han tahta geçti.

Hüsrev Han, tahta geçtiği zaman Pencap’ta hudut bölgeleri kumandanı olan Gâzi Melik Tuğluk isyân etti. Oğlu Fahreddîn Cavna’nın da teşvikiyle Delhi üzerine yürüdü. Delhi önlerinde yapılan savaşı Gâzi Melik Tuğluk kazandı. Hüsrev Han yakalanarak îdâm edildi. Gâzi Melik de 1320 senesi Eylül ayının altısında Delhi Sultanlığı tahtına çıktı. Bu târihten îtibâren Delhi Sultanlığında Tuğluklar devri başladı.

Babası Türk, annesi Hindli olan Gâzi Gıyâseddîn Melik Tuğluk tahta geçtikten bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında sükûneti sağladı. Tuğluk-âbâd adı ile yeni bir şehir kurdu ve burasını hükûmet merkezi yaptı. Dekken’deki Varangel Racası isyân edince, Uluğ Hân ünvânı alan oğlu Cavna Hanı o bölgeye gönderdi. Bu sefer, başarısızlıkla netîcelendi. 1323 senesinde tekrar Dekken üzerine gönderildi. O da Bidâr’ı fethettikten sonra Varangel’e doğru ilerleyerek burayı da ele geçirdi. Bu târihten îtibâren Varangel, Sultanpür olarak adlandırıldı. Cavna Han, bölgede son olarak Telingâna’yı fethetti. Burası ilk defâ doğrudan doğruya Müslümanların idâresine girdi.

1325’te Tuğluk Hanın ölümü üzerine oğlu Cavna Han, Muhammed Şah lakabı ile tahta geçti. Muhammed bin Tuğluk, bâzı idârî ve askerî tedbirler aldı. Güneydeki fetihler sebebiyle, bölgede yeni bir saltanat merkezi yapılmasına ihtiyâç duyarak, 1327 senesinde Devagir’i yeniden inşâ ettirdi. Devletâbâd adını verdiği bu şehri hükûmet merkezi yaptı. Hükûmet memurları, âlimler ve halktan pekçok kişi buraya yerleşti. Muhammed Han, gönüllü göçün az olması yüzünden halkı Devletâbâd’a göç etmeye zorladı. Bu duruma kızan halk, arâzilerini terk ederek hırsızlığa başladı. Sultânın, bunlar üzerinde bir birlik göndermesi, arâzide zirâat yapılmasını zorlaştırdı ve Delhi’de kıtlık baş gösterdi.

Muhammed Han devri bundan sonra dâimî olarak isyânlarla geçti. 1335 senesinde Ma’ber Vâlisi Seyyid Celâleddîn Madura, bağımsızlığını îlân etti. Sultan bu vâlinin üzerine yürüdü ise de bir netîce elde edemedi. Böylece Ma’ber, Delhi Sultanlığının idâresinden çıktı.

Bengal Vâlisi Behram Han, 1338 senesinde ölümünden sonra sultanlığa bağlı Doğu Bengal eyâleti istiklâlini îlân etti. Aradan bir sene geçmeden Ali Şah Kar adında bir kumandan isyân etti, fakat isyân ânında bastırıldı. Arkasından Avadh Vâlisi Ayn-el-Mülk ayaklandı. Sultan bütün güçlüklere rağmen bu isyânı da bastırdı. Ayn-el-Mülk yakalanarak hapsedildi ise de bir süre sonra af edilerek tekrar Avadh vâliliğine getirildi.

1343 senesinde Pencap eyâletindeki Sunâm, Samânâ, Kaythal ve Guhrâm’da isyânlar çıktı. Ancak bu isyânlar şiddetli bir şekilde bastırıldı. Muhammed Tuğluk yine bir isyânı bastırmak üzere Sind Seferine çıktığı zaman Tahattha yakınlarında hastalanarak 1351 senesi Martında öldü. Muhammed Tuğluk’un ölümü sırasında Hindistan’da, üçü ayaklanmalardan ortaya çıkma beş tâne bağımsız Müslüman Türk devleti vardı.

Başsız ve güçsüz durumda kalan ordunun ileri gelen kumandanları ve devlet adamlarının ısrâriyle, ölen sultânın yeğeni Fîrûz Şah, sultanlığı istememesine rağmen, tahta çıkarıldı.

Fîrûz Şah, tahta geçtikten sonra devleti kuvvetlendirmek için seferlere çıktı. Bengal bölgesinin hâkimi İlyas 1345 senesinde Batı Bengal’de bağımsızlığını îlân etmiş, 1352 senesinde ise Doğu Bengal’i ele geçirmişti. Fîrûz Şah, önce İlyas’ın üzerine yürüdü ve onu İkdala Kalesine çekilmeye mecbur bıraktı. Fîrûz Şah bu seferden sonra Orissa üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi. Orissa Racası barış yapmak istedi. Senelik yirmi fil vergi vermek üzere barış yapıldı.

Fîrûz Şah, 1367 senesinde doksan bin süvârî, 480 fil ve çok sayıda piyâdeden meydana gelen ordusu ile Thattha üzerine sefer düzenledi. Çok büyük sıkıntıların, çekildiği bu sefer sonunda, Sind Camlarının hükümdârı Câm Mâli’nin senede 400.000 Hind parası vermesi şartıyla anlaştılar.

Fîrûz Şah, 1388 senesi Eylül ayında seksen üç yaşındayken öldü. Her işinde âlimlere danışan Fîrûz Şah, ülke topraklarını genişletmek için büyük seferlere çıkmaktan ziyâde iç işleri ile uğraşmayı tercih etti. İşlerinde en büyük desteği hocası Celâleddîn Hindî’den (rahmetullahi aleyh) görmekteydi. Vergileri koyup kaldırmakta dînin hükümlerine çok dikkat ederdi. Dîne uymayan her türlü vergiyi kaldırdı. Devlet geliri azalacağı yerde daha da arttı. Devlet idâresinde yaptığı düzenlemeler, mâlî ve iktisâdi alanlarda büyük bir gelişmeye sebeb oldu. Müslüman ve gayri müslim bütün halkın refah ve saâdetine hizmet etti.

Fîrûz Şahdan sonra şehzâdeler arasındaki mücâdeleler, onun yaptığı bütün iyi işlerin tahrib olmasına ve sultanlığın kötü duruma düşmesine sebeb oldu. Bu mücâdelelerden sonra torunu Gıyâseddîn Tuğluk tahta geçti. Bu târihten Timur Hanın 1398 senesindeki Hindistan Seferine kadar taht, altı defa el değiştirdi. Timur Han, 1398 senesi Eylül ayında İndus Nehrini geçerek Hindistan’a girdi. Delhi Sultanı Mahmud Şah elindeki yetersiz kuvvetlerle karşı koymaya çalıştı ise de Delhi önündeki muhârebede yenildi. Delhi Timur Hanın eline geçti. Timur Han, 1399 senesinde Türkistan’a geri dönünce, Mahmud Şah yeniden hükümdâr ünvânını aldı. Fakat önce Mallû, sonra da Devlet Han Ludi’nin elinde bir kukla hükümdâr olarak kaldı. Mahmud Şahın 1413 senesinde ölmesiyle Tuğluk Hânedânı sonra erdi.

1414 yılında Delhi’yi ele geçiren Mültan Vâlisi Hızır Han, ölünceye kadar bölgeyi Timur ve Şahrûh adına idâre etti. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mübârek, bağımsızlığını îlân etti. Böylece Delhi Sultanlığının idâresi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin neslinden olduklarını iddiâ etmeleri yüzünden “Seyyidler” adını alan Hızır Han nesline geçti.

Mübârek Şahın saltanatı, ayaklanmalarla geçti. Mübârek Şah, 1434 senesinde nüfûzunu kırmak istediği vezîri Server-ül-Mülk tarafından öldürüldü. Yerine kardeşinin oğlu Muhammed, ondan sonra da 1444’te onun oğlu Âlem Şah çıktı. Hepsinin saltanatı, kargaşalık, ayaklanma, iç ve dış harblerle geçti. Bu yüzden devlet gittikçe zayıfladı. Son yıllarda devlet işleri Pencab’ın büyük bir kısmına hâkim olan Behlül Han Ludî adında bir Afgan beyinin eline geçti. 1451 seneside Behlül’ün baskısına dayanamayan Âlem Şah, tahtı ona bırakarak Badaun’da yerleşti. Böylece Delhi Türk Sultanlığı sona erdi ve hükümdârlık Afgan asıllı Lûdîlerin eline geçti. (Bkz. Lûdîler)

Delhi Türk Sultanlığının idârî teşkilâtı genelde Türk İslâm devletlerinin teşkilâtına dayanmaktaydı. Saray teşkilâtının başında Vekil-i Dâr bulunurdu. Ondan sonra idâresinde hâciplerin görev yaptığı Emir Hâcib veya Bâr Bey denilen saray görevlisi gelirdi.

İdârî işlere vezir bakmaktaydı. Dînî işler ise, Sadr-üs-Sudûr denilen görevlinin idâresindeydi. Bu zât aynı zamanda sultanlık baş kâdısı Kâdı-i Memâlik görevini de yapardı.

Delhi Türk Sultanlığı, süvârî kuvvetlerinin büyük rol oynadığı düzenli bir orduya sâhipti. Askerler önce, iktâlardan faydalanırlardı. Daha sonra maaş almaya başladılar. Orduda fillerin önemli bir yeri vardı. Fillerin üzerinde okçular bulunurdu. Ayrıca bunlardan düşman saflarını yarmak ve mâneviyatlarını bozmak için faydalanılırdı. Ordunun piyâde sınıfının çoğunu Hindûlar meydana getirirdi. Hassa askerleri dışında, piyâdeler geçici olarak orduya alınırdı.

Birçok âlim, şâir, yazar ve sanatkârı himâyelerine alan Delhi Sultanları, kültür ve sanatın gelişmesine büyük hizmet ettiler. Balaban devri, ilim ve sanat bakımından önemlidir. Onun devrinde Ferîdeddîn Mes’ûd, Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ, Bedreddîn Ganevî gibi İslâm âlimleri, Hamîdeddîn, Bedreddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıb âlimleri yetişti. Büyük âlim Emir Hüsrev Dehlevî, Delhi Sultanlarından himâye gördü. Hüsrev Dehlevî, Hindistan’da şiirlerini Farsça yazan şâirlerin en büyüğüdür. Şâirliği yanı sıra, târihî eserler de yazmıştır. Delhi sarayında yaşayan şâirlerden birisi de Hüsrev Dehlevî’nin yakın arkadaşı Necmeddîn Hasan Sencerî idi. Bu iki zâtın yakın dostu târihçi Ziyâeddîn Bernî 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığının târihini anlatan Târih-i Fîrûz Şâh adlı eserin yazarıdır. Nizâmüddîn Evliyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker ve Şeyh Nûreddîn, Celâleddîn Hindî gibi büyük tasavvuf âlimleri Delhi Türk Sultanlığı zamânında yaşamış, Hindistan’ın meşhur ve büyük velîleridir.

Delhi Sultanları, geniş îmâr faaliyetlerinde bulundular. Günümüze kadar ulaşan birçok eserler yaptılar. Ayrıca yeni şehirler inşâ ettiler. Yaptıkları eserlerin büyük kısmı Delhi’dedir. Kutbeddîn Aybeg’in yaptırmaya başladığı 79 metre yüksekliğindeki Kutb Minâr ismi ile meşhur minâre daha sonra bitirilmiştir. Aybeg, ayrıca Cayna mâbetleri enkazını kullanarak Kıdvet-il-İslâm adlı câmiyi inşâ ettirdi.

Halacî Hânedânlığı zamânında Hindistan’daki Müslüman mîmârisi, Selçuk mîmârisi teknik ve üslûbunun etkisinde gelişti. Alâeddîn Halacî zamânında Kıdvet-il-İslâm Câmiinin yanında yapılan medrese bunlardan biridir.

Tuğluklarda Fîrûz Şah, birçok îmâr faaliyetlerinde bulundu. Ayrıca eski eserlerin tâmir ve ihyâsına büyük önem verdi. Hisar ve Cavnpûr gibi birçok meşhur şehir kurdu ve tâmir ettirdi. Ayrıca Firûzâbâd adıyla Delhi yakınlarında yeni bir başkent inşâ ettirdi. Buranın güneyinde Havz-ı Hassı denilen büyük havuzun kenârında bir medrese yaptırdı. Bunlardan başka; 50 sulama bendi, 40 câmi, 30 medrese, 20 hânkâh, 100 kervansaray ve han, 5 dârüşşifâ, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su biriktirmeye mahsus havuz, 100 köprü yaptırmıştır.

DELHİ SULTANLARI

Mu’izziler

Kudbeddîn Aybeg 1206

Aram Şah 1210

Şemseddîn İltutmuş 1211

Rükneddîn Fîrûz Şah 1236

Celâleddîn Râziye Begüm 1236

Mu’izzüddîn Behram Şah 1240

Alâeddîn Mes’ud Şah 1242

Nâsıreddîn Mahmud Şah 1246

Gıyaseddîn Balaban 1266

Mu’izzüddîn Keykubâd 1287

Şemseddîn Kayûmers 1290

Halacîler

Celâleddîn Fîrûz Şah 1290

Rükneddîn İbrâhim Şah 1296

Alâeddîn Muhammed Şah 1296

Şihâbeddîn Ömer Şah 1316

Kutbeddîn Mübârek Şah 1316

Nâsıreddîn Hüsrev Şah 1320

Tuğluklar

Gıyâseddîn Tuğluk Şah 1320

Gıyâseddîn Muhammed Şah 1325

Mahmûd Şah 1351

Fîrûz Şah 1351

İkinci Gıyâseddîn Tuğluk Şah 1388

Ebû Bekr Şah 1389

Nâsıreddîn Muhammed Şah 1390

Alâüddîn İskender Şah 1393

Nâsıreddîn Mahmud Şah (I. Saltanatı) 1393

Nusret Şah 1395

Nâsıreddîn Mahmud Şah (2. saltanatı) 1399

Seyyidler

Hızır Han 1414

Mu’izzüddîn Mübârek Şah 1421

Muhammed Şah 1435

Alâeddîn Âlem Şah 1446

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu