Herhangi bir durum konusundaki görüş ve tutumunuzu değiştirmeye istekliyseniz, mevcut durumu kabul etmek size daha kolay gelecektir. Kendi düşünceleriniz, sizi dışarıdan etkileyen olaylardan daha çok stres oluşturur. M.S. 1-yüzyılda yaşamış olan Epictetus'un dediği gibi; "İnsanlar varlıklardan değil, o varlıkların kendilerine görünüşünden rahatsız olurlar."

Fred, kendine "Bu bir rezalet! İşimi kaybetmeme neden olacak! Müdür yukarıda bir projektör olmadığını öğrenince çok kızacak. Projektörü kendim bulup getirmeliydim." diyebilirdi. Böyle yapmakla sadece, kendini stres altına sokmuş olacaktı. Bu konudaki endişeleri kendisi için, projektör bulunmamasından daha büyük sorun olurdu.

"Mantıklı Yaşam İçin Yeni Bir Rehber (A Nem Guide To Ra-Honal Living)" adlı kitabın yazarı Dr. Albert Ellis herhangi bir durum konusundaki düşüncelerin, duygu ve davranışları nasıl şekillendirdiğini açıklamaya yönelik bir model geliştirmiştir. Bu modele göre, kişinin karşılaştığı durumlar nötrdür, yani olumlu veya olumsuz değildir. Kişi karşılaştığı durum hakkında belli bir düşünce geliştirir ve bu düşünceler, davranışları yönlendirecek olan duyguları doğurur. Eğer Fred'in olay hakkındaki düşünce ve tutumu olumsuz olsaydı, bu durum üzülmesine ve sinirlenmesine sebep olacaktı. Tüm bunların sonucunda da başkalarına bağırıp çağırmak, kaslarda gerginlik veya aşırı öz eleştiri gibi dışsal belirtiler ortaya çıkacaktı.

Bilim, Ellis'in teorisini, pozitron yay ılım tomografisini de kullanarak, bir adım öteye taşımıştır. Düşünceler, vücudun yapısını değiştirebilir. Bir hücre mutluysa, diğer tüm hücreler de mutlu, değilse diğerleri de mutsuzdur/2) İnsanlar bunu sezgisel olarak bilirler ve şu gibi cümlelerle anlatırlar: "Adamcağız, karısı öldükten sonra 10 yaş birden çöktü." veya "Flörida'ya taşmalıdan bu yana, en az 10 yaş genç görünüyor."

Ellis'in teorisini, Fred'in içine düştüğü duruma uyarlarsak, "Hatalar hep vardır; herkes hata yapar. Bu kesinlikle dünyanın sonu demek değil. Müdürü durumdan haberdar edeceğim. Böylece beraber, alternatif bir çözüme ulaşabiliriz." Böylesi bir iç telkin Fred'in rahatlamasını, kendini güvende ve olaya hakim hissetmesini sağlardı. Bu çerçevede

bir düşünceyle müdüre giderek, daha tatminkar bir sonuca ulaşabilirdi.

Çevreden kaynaklanan (gürültü, hava kirliliği gibi) fiziksel stres nedenlerinin dışındaki tüm stres faktörleri, algı ve düşüncelerimizin ürünüdür. Karşılaştığınız durumu eleştirmeden, yargılamadan veya saptırmadan olduğu gibi kabul etmek, stres yönetiminin en güçlü teknikleridir.

Kendi düşüncelerinizi aşağıda sıralanan olumsuz düşünce kalıplarıyla karşılaştırın Kendi düşünce tarzınızda, listede yer alan olumsuzluklardan ne kadar çoğunu buluyorsanız, kendi kendinize o kadar çok stres üretiyorsunuz demektir. Kullandığınız düşünce kalıplarını işaretleyin.

Çok Fazla Genelleme Yapmak. Çok fazla genelleme yaptığınızı, kullandığınız iki kelime ele verir: Her zaman ve hiçbir zaman, ya da kısaca hep ve hiç. Bu kelimeleri kullanarak gerçekleri saptırmış olursunuz, çünkü olaylar ne her zaman ne de hiçbir zaman meydana gelirler. Her iki kelime de sizi, stresinizi yönetebilmek için sahip olmanız gereken duruma hakim olma duygusunun yerine, kendinizi kurban gibi hissetmenize yol açar. Bunu bir örnekle açıklayalım:

Betsy uzun süredir ertelediği, iki haftalık bir tatile çık-1 maya hazırlanıyordu. Saat 14:00 sularında patronu acil bir projeyle geldi ve "Bu işin tatile çıkmadan önce tamamlanması şart." dedi. Betsy projeyi isteksizce aldı ve incelemeye başladı, bir yandan da kendi kendine "Bu son dakika projelerini hep benim üzerime yıkıyorlar. İnsana, ayrılmadan önce son bir iş daha yaptırmadan, asla izin vermezler." diye söylenmeye başladı.

Sizce, Betsy nasıl bir ruh hali içinde? Günün geri kalan kısmında patronuyla arasında neler geçecek? Yalnızca düşünceleri yüzünden kendini strese sokacak ve muhtemelen öğleden sonra patronuna ve iş arkadaşlarına yönelik sinirli

tepkiler verecek. Buna ek olarak, stresin yönlendirmesiyle davrandığı için, konsantre olmakta zorluk çekecek ve bu da daha fazla strese sebep olacak.

Bu olumsuz gidişi aşmak için, Betsy'nin öncelikle düşüncelerini değiştirmeye ihtiyacı var. Eğer, "Bana verilen bu işle ilgilenip elimden gelenin en iyisini yaparsam, bu işi erken bitirip zamanında izne çıkabilirim." diye düşünse, stresini azaltarak daha verimli çalışabilirdi.

Eğer her zaman ve hiçbir zaman kelimelerini kullandığınızı fark ederseniz, durun ve kafanızdan geçenlere yeniden şekil verin. Bu kelimeleri hayatınızdan çıkartın ve yerlerine açık gerçekleri koyun. İlk alıştırma olarak, bir gerçeği olabildiğince sade ve aslına uygun olarak, yargılama ve genelleme yapmadan anlatmaya çalışın. Daha olumlu bir düşünce yapısına sahip olabilmek için, aşağıda verilen genelleme örneklerini nasıl değiştirebileceğinizi düşünün:

1. Her zaman en son öğrenen ben oluyorum.

2. Bunu hiçbir zaman bitiremeyeceğim.

3. Beni bu işe asla almazlar. îşte birkaç olumlu örnek:

1. Yeni müdürün kim olduğunu satın alma departmanındakiler muhasebe departmanındakilerden daha önce öğrendiler.

2. Depoda bahsedilen maldan kalmadığım henüz öğrendim.

3. Eve gitmeden önce boyamam gereken sadece bir duvar kaldı. Bu proje tahminimden daha uzun sürüyor.

4. Mülakat sorularını istediğim gibi cevaplayamadım. Üniversite eğitimim yok.

Ya Hep, Ya Hiç Diye Düşünmek Bu olumsuz düşünce şekli, çevrenizdeki varlıkları veya olayları aşırı uçlarda görmenize neden olur; mükemmel, harika veya berbat, kötü gibi. Gözünüzde gri tonları yoktur. Elbette gerçekler böyle değildir. Hata yapmak tamamen başarısız olmakla aynı şey değildir. Bir projeyi bitirememek, hiç başlamamakla aynı şey değildir. Her konuda mükemmel olamazsınız, bu yönden kendinize yüklenmeniz yersiz. Bu düşünce tarzına örnek olarak aşağıdaki olayı inceleyelim:

John beklediği terfiyi alamamıştı. Bu, söz konusu terfi-yi bekleyip de alamadığı ikinci sefer oluyordu. Aynı gün öğle yemeğinde sohbet ettiği bir arkadaşına şöyle dedi: "Steve, mesleğimi değiştirmeye karar verdim. Apaçık ortada ki, mühendis olmak için yaratılmamışım. Her şey bir yana, terfi isteğim ikinci defa reddedildi. Mühendis olarak hiçbir yere varamam. Bu işi başaramıyorum!"

John'un terfisinin reddedilmesi ne mühendis olmaya uygun biri olmadığı, ne de mühendislik yaparak hiçbir yere varamayacağı anlamını taşıyor. Bu son cümledeki aşırı genellemeyi fark edebildiniz mi? John kendisini eleştirerek hayal kırıklığının boyutunu arttırıyor ve bu hayal kırıklığını, bir daha başarılı olamayacağının bir göstergesi olarak yorumluyor. Oysa, kendi kendine ve arkadaşına başka türlü şeyler söyleyerek hem stresini azaltabilir hem de karşılaştığı hayal kırıklığını daha sağlıklı şekilde değerlendirebilirdi. Şöyle bir tepki daha sakinleştirici olabilirdi: "Terfi edemediğim için hayal kırıklığına uğradım. Bu ikinci sefer oldu. Yükselmek için zorunlu olan bir beceriden mi yoksunum, yeterli deneyimden mi yoksunum, kendimi gösterme konusunda mı yetersizim yoksa başka bir sebep mi var, anlamam lazım. Bu konuma ulaşmayı hâlâ istiyorum ve ileride başarılı olmamı sağlayacak her şeyi öğrenmeye hazır ve istekliyim."

Dikkat ederseniz ikinci tepkinin, durumu veya kişinin kendisini yargılamaktan ziyade, olayı açıklamaya ve anlamaya yönelik olduğu görülüyor. John bu tepkisiyle, şu anda neler hissettiğini ve gelecekte -nelere ulaşmak istediğini ortaya koyarak, olumlu düşünce tarzı sergiliyor. Ne geçmişe bakarak kendisini suçluyor, ne de "Eğer şöyle olursa..." diyerek geleceği irdeliyor. Şimdi ve burada olanla ilgilenmek, stresi azaltan en etkin faktörlerden biridir. Geçmiş ve gelecek sadece zihinlerimizdedir. Oysa şimdiki zaman bütünüyle gerçektir. Stres, bugünün gerçeklerinin ortasında, geçmiş veya gelecekle ilgili olarak kaygılanmaktan doğar.

Bu tür düşüncenin tuzağına hiç düştünüz mü? Çözüm, haddinden fazla genelleme sorunuyla mücadele ederken olduğu gibi, içinde bulunduğunuz durumu en sade ve gerçekçi şekilde tanımlamaktır. Duygularınızı katıksız, tam olarak ifade edin. Duygularınızı mazeretlere veya açıklamalara çevirmemeye dikkat edin. John ikinci tepkisinde, "Hayal kırıklığına uğradım." diyerek içinde bulunduğu hisleri ortaya koydu. Oysa verdiği ilk tepkide, hissettiklerini tam olarak ifade etmemiş, bunu "Mühendis olmak için yaratılmamışım." diyerek belirtmişti.

Zihin Süzgeci. Karşılaştığınız olayları zihin

süzgecinden geçirdiğinizde, beyniniz olayın tek bir yönüne (çoğunlukla da olumsuz bir yönüne) odaklanır ve olayın diğer tüm yönlerini göz ardı eder. Bu sanki, olayın belli bir yönü mıknatıs etkisine sahipmiş ve dikkatinizi çekerek başka bir şey görmenizi engelliyormuş gibi bir durumdur. Örnek olarak Sünita'nın başından geçenleri inceleyelim:

Sunita yeni çalışma katalogunun kutusunu büyük bir heyecanla açtı. Bu proje üzerinde neredeyse bir yıldır çalışıyordu. Ve birden, katalogun kapağının sipariş ettiği parlak kartona basılmamış olduğunu gördü. Sayfaları çevirirken, akimi kapaktaki hatadan alamadı. İş arkadaşlarından biri gelip kataloglardan birini aldı ve incelemeye başladı. Katalogu incelerken, Sunita'ya tasarımın, mizanpajın, resimlerin kullanılışının ve detaylı açıklamaların ne kadar başarılı olduğunu söyleyip övgüde bulundu. Sunita, her övgüye "Evet, iyi de kapağın ne kadar kötü olduğunu görmedin mi?" diye karşılık verdi. Sunita'nın zihin süzgeci, projenin olumlu yanlarını görmesini engelledi. Herhangi biri olumlu yanları dile getirdiğinde bile, Sunita'nın dikkati hatalı gördüğü kapağa geri döndü. İyi olana değil, yanlış olana odaklanmıştı. Hayatın akışı içerisinde bir şeyler kötü gidebilir, beklentileriniz boşa çıkabilir. Bunu kabullenmemekte direnmek zihninizin kendi kendine stres üretmesine yol açar. Sunita, olayın sadece tek bir yönüne odaklanarak geneli görme imkanını kaybetti.

Sunita, olayı farklı biçimde ele alsaydı çok daha verimli olabilirdi. Hoşlanmadığı şeye odaklanmaktansa, kendisini memnun edebilecek yönleri de fark etmeliydi. Bu, çok daha gerçekçi bir yaklaşım olurdu. Bundan sonra, kapakla ilgili problemi çözmek için harekete geçip geçmeyeceğine karar verebilirdi. Sunita resmin tamamını görebilseydi, kapak belki de daha az önem taşıyacaktı. Zihin süzgecini kullandığı sürece, istemediği şeyleri düzeltmek için harekete geçmesini engelleyen güçsüz konumuna çakılıp kalacaktır. Düşünce şeklini değiştirdiği anda problem çözme aşamasına yaklaşabilir.

Yapmalıyım, Etmeliyim. Birçok insan bu kelimeleri çok sık kullanır. Ne yazık ki bu kelimelerin, insanı olumsuz duygulara iten ve kendine saygısını azaltan etkileri vardır. Bu kelimeler yapmak istediklerinizi veya yapma gereği duyduklarınızı değil, sizden yapılması istenilen şeyleri temsil eder. Bunlar, geçmişinizden bugüne taşıdığınız kalıntılardır. Birçoğu çocukluğunuzdan kalmadır. Ailenizin, öğretmenlerinizin, eğitmenlerinizin veya diğer otorite figürlerinin sizden isteklerinin yansımalarıdır. "Yapmalıyım, etmeliyim." kelimeleri değer yargıları aktarmaya yarar. Küçükken, yetişkinler kadar muhakeme yeteneğine sahip değildiniz. Çevrenizden gelen mesajları kendinize uygun veya değil diye ayırmadan kabul edip zihninize yerleştirirdiniz. Büyüyüp yetişkin olduğunuzda, bunlardan bazılarının size uygun olduğunu bazılarınınsa olmadığını keşfedersiniz. Buna rağmen, size uymayan mesajları fırlatıp atmayı öğrenmediniz; bunları hâlâ yapmalıyım, etmeliyim şeklinde zihninizde taşıyorsunuz. Çocukluğunuzdan gelen bu mesajlardan herhangi birini tetikleyen bir durumla karşılaştığınızda ortaya hemen bir yapmalıyım atarak kendinizi suçlu ve stres altında hissetmeye başlıyorsunuz. Aşağıdaki örnekte, Tony'nin bu tür negatif düşüncelerle kendini strese soktuğuna tanık olacaksınız. O da bir önceki örnekteki gibi, beklediği terfiyi alamamıştı.

"Biliyorum öteki takımı giymeliydim. Beni yeterince ciddiye aldıklarını sanmıyorum. Müdürle olan ilişkilerimi sorduklarında bazen anlaşamadığımız zamanlar olduğunu söylememeliydim. Sorun çıkaran insanlar istemediklerini tahmin etmeliydim, üzerlerinde böyle bir izlenim bırakmamalıydım. Neden mülakatlarda hep yanlış şeyler söylüyorum? Geçirdiğim bunca tecrübeden sonra daha iyi olmam gerekirdi."

Bunları kendi kendinize siz söylemiş olsaydınız neler hissederdiniz? Pek yerinde saptamalar değil, ne dersiniz? Tony bilinçaltında mükemmel olması gerektiğine inanıyor. Gerçekler, öyle olmadığını gösterdiğindeyse yapmalıydım, etmeliydim diyerek kendini azarlıyor.

Bizler, "yapmalıydım"ları diğer insanlara ve onların davranışların da gayet rahat ve umarsızca uygularız. Bunu yaptığımızda yargılayıcı olmaya başlarız ve diğerleri de bizi böyle algılamaya başlarlar. Bu, ortada görünür bir sebep olmadığı halde, insanlardan savunmaya dönük tepkiler almamızın altında yatan ana sebeptir.

Böyle tepkiler aldığınız zaman bilin ki büyük ihtimalle, karşınızdaki insana neleri yapmak, neleri yapmamak mecburiyetinde olduğunu söylemeye kalkıştınız. Elinizdeki kitabı okurken, bu bölümde verilen bazı örnekler haricinde yapmalısınız, etmelisiniz gibi kullanımlara hiç yer verilmediğini fark edeceksiniz. Oysa buna benzer birçok el kitabı bu gibi yargılayıcı ifadelerle doludur. Böyle kitapların sonuna yaklaştığınızda doğru, yapmadığınız veya hiç yapmadığınız birtakım şeyler için suçluluk duymaya başlarsınız.

sizden düşünceleriniz üzerine kafa yormanızı istiyor. Bu kitap içerisinde bazen, hedefinize ulaşmak için ortaya koymanız gereken tavır ve davranışlar konusunda uyarılacaksınız. Bazen de istediğiniz sonuçlara ulaşmak için yapmayı isteyebileceğiniz bazı davranışlar konusunda bilgilendirileceksiniz. Yapılmalı, edilmeli, şart, zorunlu gibi ifadelerin yerine kullanabileceğiniz sihirli kelimeler şunlardır: Yapmaya çalışın, tercih edin, deneyin, ihtiyacınızı karşılayın, isteğinizi gerçekleştirin vs. Bu Kelimeleri kullanmaya başladığınızda gerek kendinize yönelik duygularınızdaki ve gerekse çevrenizdeki insanlardan aldığınız tepkilerdeki büyük değişim sizi çok şaşırtacak.

Tony konuya yaklaşımını şu şekilde değiştirebilir: "Bir dahaki mülakatta başka bir takım giyeceğim. Bunu giydiğimde güvenilirliğimin azaldığını düşünüyorum. Ayrıca bundan sonra mülakat sorularına daha farklı yaklaşmak istiyorum. Patronumla ilişkilerimin sorulduğu soruları önceden düşünmek çok daha akıllıca olacak. Bu sefer bu soruya hazırlıklı değildim."

Bir öncekindense, bu tarz bir düşünme tarzıyla kendi hakkınızda daha olumlu hisler taşımaz mıydınız? Bu kitabı okuduktan sonra hayatınızda yapmaya karar vereceğiniz tek değişiklik bu olsa bile, önemli bir kazanç sayılır.

Olumlu Değerlendirmeye Kapalı Olmak. Bu

tarz olumsuz düşünceyi alışkanlık haline getirdiyseniz, kendiniz veya performansınız hakkındaki her türlü olumlu değerlendirmeyi geri çevirirsiniz. Eğer size bir övgü yapılırsa, bunu sahibine "iade etmenin" veya etkisini yok etmenin bir yolunu muhakkak bulursunuz. Bu, hem kendinizi hem de size karşı olumlu değerlendirmede bulunan insanı değersiz göstermenin incelikli bir yoludur. Bu davranış sık tekrarlanırsa, insanları bir daha size iltifat etmemeye yöneltebilir. Aşağıdaki örnekte Molly'nin, hazırladığı pazarlama analizinin ne kadar iyi olduğunu söyleyen bir iş arkadaşına verdiği tepkiyi görelim: "Aa, aslında hiç önemli bir şey değildi, gerçekten... Tek yaptığım önceden hazırlanan raporlara bakıp topladığım bilgileri özetlemekti. Gereken vakti ayıran herkes aynı şeyi becerirdi."

Molly'nin kendisine yöneltilen övgüyü nasıl değersiz hale düşürdüğünü fark edebiliyor musunuz? Arkadaşına üzeri örtülü olarak "Yaptığım şeyin bu kadar- büyük bir iş olduğunu düşünmene sebep nedir? Biraz abartmıyor musun?" diyordu.

Molly'nin verdiği bu cevap arkadaşını, ya Molly'yi övgüyü kabul etmesi için "ikna etmeye" çalışmak gibi garip bir duruma sürükler veya yaptığı övgüyü geri almak zorunda bırakır. Her iki durumda da bu olay birkaç defadan fazla tekrarlanırsa, iş arkadaşı Molly'ye övgüde bulunmanın uğraşmaya değmediğini düşünmeye başlayacaktır.

Molly bu durumu, basitçe teşekkür ederek halledebilirdi. Eğer isterse ve uygun görürse "Her şeyi bir arava getirmek birkaç saatimi aldı. İyi olduğunu düşünmene sevindim." diyerek devam edebilirdi. Bu durum aslında, Molly'nin iş performansı konusunda fazladan geri bildirim alması için iyi bir fırsattı. Eğer kendisine "iyi iş başardığı" söyleniyorsa, "İşin özellikle hangi yönünü beğendin?" gibi bir soruyla daha detaylı açıklama elde edebilirdi. Bu bilgi kendisine, gelecekte de benzer performans gösterebilmek için ipuçları sağlardı. Bu tür cevaplar Molly'nin kendine olan saygısını azaltacağına arttırır. Beşinci Bölüm'de öğreneceğimiz gibi, kişinin kendine duyduğu saygı stres yönetiminin en önemli aşamalarından biridir. Kendisine yapılan övgülerden şüphe etmek veya reddetmek Molly'nin stresini arttırabilecek faktörlerdir.

İnsanların çoğuna alçak gönüllü olmaları öğretilir. Birçok insan için bunun anlamı, üstün yanlarım görmezden gelmek ve kendilerine yöneltilen övgüleri reddetmektir. Eğer bu durum sizin için de geçerliyse, yöneltilen övgüleri kabul etmeyi öğrenmek için epey çaba harcamanız gerekecektir.

Olaylardan Acele Sonuçlar Çıkartmak. Bu düşünce tarzıyla, herhangi bir durumun karşısında, zihninizde derhal birtakım sonuçlara varırsınız. Aslında, vardığınız sonuçlar haklı bir temele dayanıyor olabilir, ama bu denli hızlı ulaşılan sonuçların çoğu varsayımdan ibaret kalır. Çoğunlukla hatalı olan bu tür bir varsayıma ulaştıktan sonra, sanki bu varsayım doğruymuş gibi davranmaya başlarsınız. Konuyu bir örnek üzerinde inceleyelim:

Don, yakın zamanda yeni bir şube açmıştı. Satış düzeyi beklediğinden daha düşük gerçekleşiyordu. Aslında bu, ilk üç aylık dönemle ilgili verileri incelerken kafasında oluşan düşünceydi.

"Bu veriler hedeflenenden çok daha düşük. Bu büroyu açmakla yanlış iş yaptım. Kurumun üst yönetimi büyük olasılıkla istifamı isteyecek. Şimdi genel müdür yardımcısının telefonlarıma neden cevap vermediğini daha iyi anlıyorum. Herhalde personel departmanı işten çıkarıldığımı bildiren yazıyı bana ulaştırmadan benimle konuşmak istemiyor."

Don, herkesin zaman zaman yapabileceği gibi, yanlış bir karar almış olabilir. Üst yönetim gerçekten de bu konuyu kendisiyle konuşmak istiyor olabilir. Buna rağmen, daha işin gerc.ek yüzünü öğrenmeden istifasının isteneceği ve telefonlarının bu nedenle cevapsız bırakıldığı şeklinde acele sonuçlara vararak, kendisini gereksiz strese sokmasının anlamı yok. Don'a, yeni şubeyi açtığı sırada, beklenilenden düşük satış performansı halinde işten çıkarılacağı söyleseydi, bu gibi sonuçlara varması doğal karşılanabilirdi, fakat örneğimizdeki duruma bakarak bunu söyleyemeyiz. Don'un telefonlarının cevaplanmaması da hepimizin aşina olduğu yoğun iş temposundan kaynaklanıyor olabilir.

Don gerçekle (beklentileri yakalayamadığı gerçeğiyle) açıkça yüzleşir ve bu durum karşısında izleyeceği stratejiye karar verirse akıllıca bir iş yapmış olurdu. Belki de aktif davranıp, performanstaki bu yetersizliği üst yönetimle görüşmek üzere bir toplantı ayarlama çabası içerisine girebilirdi. Veya bir sonraki dönem yakalaması gereken performansı sağlamasına yardım edecek yeni taktikler hazırlamaya başlayabilirdi. Bu stratejilerden ikisi de Don'u, kendisini güçsüz ve başkalarının merhametine muhtaç hissetmekten kurtarıp, tekrar işine yoğunlaşmasını sağlayabilirdi.

Acele sonuçlara varmak, insanlarla ileriye dönük ilişkilerinizi de etkileyebilir. Don işini kaybetme korkusuyla kendisini üst yönetimden uzak tutma çabası içine girebilirdi. Herhangi bir kimse kendisine tavsiyelerde bulunsa, bu tavsiyelerin işe yaramayacağına dair önyargıları olduğu için, kendini savunmaya yönelik bir tavır takınabilir veya tepkisiz kalmayı tercih edebilirdi. Böylece, kendi düşünce ve inançlarıyla kendi kaderini ve geleceğini belirlemiş olurdu. Bu anlamda, ne umarsanız ona rastlarsınız, daha iyi veya çok daha kötü.

Geleceği Okumaya Kalkışmak. Bu tavır da

acele sonuçlara varmaya benzer. Bu tarz düşünce tıpkı kristal küreye bakarak, ileride olacakları tahmin etmeye çalışmak gibidir. Birçok insan zaman zaman bundan hoşlanır' aslında işi bir adım daha ileri götürüp tahminleriniz gerçekten doğruymuş gibi davranmaya başlamadıkça bunun zararı yoktur.

Don'un örneğini tekrar ele alıp, yeni şubeyi açmayı tasarladığı âna geri dönelim.

Don yeni şubenin açılmasına destek olabilecek tüm finansal verileri toplayıp odasında incelemeye koyulur. Verileri incelerken kendi kendine düşünmeye başlar: "Üst yönetim bu fikri kesinlikle uygulamaz. Onlar, sonucu kesin proje beklerler. Bu projeyi uygulayarak risk alacaklarını hiç sanmam. Veriler iyi görünüyor, ama önerimin reddedildiğini görüp rahatsız olmak istemiyorum."

Don, bahsedilen öneriyi üst yönetime götürmez. Böylelikle hem kendi, hem de kurumu kayba uğrar, çünkü Don oturup üst yönetimin önerisini nasıl reddedeceğiyle ilgili kehanetlerde bulunurken, rakip kurumlardan biri Don'un önermeyi düşündüğü bölgede yeni bir şube açar. Kimbilir kaç kurum, başarılı çalışanlarının geleceği okumaya kalkışarak önerilerini paylaşma riskini göze alamamaları yüzünden bir daha ele geçmeyecek fırsatlar kaçırmışlardır. Kimbilir kaç defa terfi isteğinizi yönetime bildirmekten vazgeçtiniz, kaç defa yeni gelen müdürün iş hayatınızı karartacağını düşündünüz veya kaç defa kahinlik alışkanlığınız yüzünden, alabileceğiniz bir karardan vazgeçtiniz. Kristal kürenizi atıp yerine gerçekleri koyun. Böylece hem daha verimli olacak, hem de hayallerinizden üreyen stresten kurtulacaksınız.

Geleceği okumaya çalışmak plan yapmaktan farklıdır. Her ikisi de geleceğe yöneliktir, fakat geleceği okumaya çalışırken bir konunun nereye varacağını tahmin eder ve sanki bu tahmininiz kesinlikle doğruymuş gibi hareket etmeye başlarsınız.

Geleceğe yönelik tahmin yürütmekle acele sonuçlara varma arasındaki en belirgin fark, tahmin yürütmenin bir nevi zihinsel egzersiz olmasıdır. Buna karşılık acele sonuçlara varma davranışı mevcut gerçeklere dayanır. Bazı davranışlar gözlemlersiniz, sonra da bunları yorumlamak için zihninizi çalıştırırsınız. Her iki durumda da zihinsel süreçler çalışmaya başladıktan sonra, gerçeğe uygunlukları kontrol edilmez.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu