08/12/2009 20:19
HAKKINDA YAZILANLAR

Kılıçarslan’ın hisli kızı Gevher Nesibe

İrfan Özfatura bilgi@tg.com.tr

Türkiye 01 Nisan 2004

Kayseri, Alpaslan’dan çok evvel Danişmentlilerin eline geçer ama Türkler ancak Malazgirt zaferi ile “kalıcı” olduklarını hissederler. Bir anda gayrete gelir görülmemiş bir imar faaliyetine girişirler. Bizansın dönmek gibi bir ümidi kalmaz ama saldırılar da durmaz. Avrupa’dan kopup gelen çapulcular ortalığı kana boyarlar.

Gevher Nesibe, rahmetli Kılıç Arslan’ın yadigârıdır. Sarayın baş tacıdır. Ağabeyi Gıyaseddin Keyhusrev yetim bacısını asla kırmaz bu hastalıklı kızcağızın gönlünü yapmaya, duasını almaya bakar. Gelgelelim Gevher’in ne inci mercanda gözü vardır ne de dantel fincan arar. Islanmış şekere dönen soluk cildine bakmaz meydanlara çıkmayı arzular. Ona “kılıcı bu incecik bileklerinle mi tutacaksın, üç basamak çıkınca kesiliyorsun, günlerce at üstünde nasıl duracaksın” demek lâzımdır ama ağabeyi böyle bir şeyi kesinlikle yapmaz, hisli kardeşini hoşça tutar.

Evet Gevher bir sultan kızıdır, önüne nefis taamlar, körpe meyveler dizilir. Ama sahrada aç bi ilaç koşuşturan çocukları düşündükçe iştahtan kesilir. Odası aydınlık ve sıcaktır lâkin bozkırın ayazında titreyen erleri hatırladıkça çıldırası gelir.

Hani o mahir hekimler?

Bir ara cepheden öyle çok yaralı gelir ki sarayın koridorları revire döner. Ne yazık ki (ya da ne mutlu ki) gazilerin çoğu hekim yüzü göremeden vefat eder, elbiseleri ile defnedilirler. Evet insanın nefesi sayılıdır ama hekimler ıstırap dindirmenin 40 yolunu bilirler. Gevher kız sabahlara kadar yüzünü gözünü tırmalar “neden bizim usta cerrahlarımız yok. Hem bin derde deva bulan tabiplerimiz nerede” diye kendini hırpalar.

Merhametli kızımız bir gün sultanın huzuruna çıkar. Ne kadar takısı varsa önüne koyar ve kararlı bir sesle “ben bir şifahane yaptırmak istiyorum ağabey” der. Gıyaseddin Keyhusrev çok duygulanır onun bıraktığı mücevherlerin üzerine binlerce kese altın ekler ve Anadolu’nun “en büyük” şifahanesinin yapılmasını emreder..

Bina hızla şekillenir ama Gevhercik göremez.

Ozanlara sorarsanız...

Anadolu halkı Gevher Nesibe’yi unutamaz, onu fatihalarla anarlar. Köy köy, oba oba dolanan ozanlara hep Gevher kızı sorarlar. Eh onlar da “şifahane yaptırdı, öldü, gömdük” deyip geçmez içli bir hikaye uydururlar. Önce nasıl fidan boylu, kara kaşlı, kara gözlü, ceylan bakışlı (gördüler sanki) bir dilber olduğunu anlatır, işin içine azıcık aksiyon, biraz aşk meşk katarlar. Yok efendim Gevher Nesibe bir gün pancurlar arasından bakarken boylu poslu, pos bıyıklı bir sipahi görüvermiş de gönlünü kaptırıvermiş. Ama (şimdi burada biraz yokuş gerekiyor) saray törelerine göre, evlenecek erkeği, kız değil sultan seçermiş. Bu temiz ötesi aşk gizli gizli alevlenmiş, kızcağızı eritip bitirmiş. Gevher kızın ilacı beyaz atlı sipahi imiş ama yiğidimiz gittiği seferden dönmemiş.

Beyaz atlı sipahi

Bazı “zalım” ozanlara göre Gevher’in evlenmesine ağabeyi izin vermemiş. Kızcağız yalvarmış yakarmış “ı ıh” demiş. Hatta tutup sipahiyi Çin-i maçin’e (Anadolu Selçuklularının oralarda ne işi varsa) göndermiş. Eh “ince hastalık” durur mu, kara yılan gibi akıp Gevherciğin göğsüne çöreklenmiş. Ciğerleri parça parça olmuş, öksürdükçe ağzından gelmiş. Gıyaseddin bi pişman olmuş bi pişman olmuş ama iş işten geçmiş.

Gevher Kız, son nefesini verirken “benim derdimin çaresi yok, bari insanlarımız çaresi bilinen dertleri çekmesinler” demiş, adına bir şifahane yapılmasını vasiyet etmiş. Gevher kızın cenazesine bütün Kayseri katılmış, o gün gök kararmış, bulutlar ağlamış. Kara kaşlı, kara gözlü, kara sevdalı Gevher’i kara toprağın, kara bağrına koymuşlar. Meğer beyaz atlı sipahi o gün vazifeden dönmüş, bari şu cenazeye katılayım demiş. Hafızlar yanık yanık okurlarken şuracığından bir şeyler kopmuş ama sebebini bilememiş...

İlk Tıp Fakültesi

Neyse mevzumuza gelelim. Kayseri, o yıllarda hem kervanları ağırlayan bir konaktır hem de ilim yuvasıdır. Şehirde 15 kadar medrese ve yüzlerce müderris vardır. İşte böylesine bir alt yapı olduğu için Şifahane sadece iki yılda tamamlanır. Düşünün Avrupalıların akıl hastalarını diri diri yaktıkları bir devirde onları aydınlık hücrelerde ağırlar ve hususi dehlizlerden su ve kuş sesleri yollarlar. Binada ne ocak yakar, ne mangal taşırlar, yanıbaşındaki hamamın buharıyla ısınırlar. (800 yıl evvel merkezî ısıtma ve merkezî yayın sistemi) Şifahane’nin gün ışığı ile aydınlatılan 3 ameliyathanesi vardır ve orada katarakt ve mesane ameliyatı bile yaparlar.

Bu medresede Alaaddin Keykubat’ın sağlık nazırı Ekmeleddin hocalık yapar. Devrin en ünlü hekimleri burada yetişir. Hatta tıp ilmini öyle bir noktaya taşırlar ki NASA, Venüs gezegenindeki bir tepeye, Gevher Nesibe adını koyar.

Medresenin yanıbaşındaki türbede sadece Gevher Nesibe değil, yeğeni I. İzzettin Keykavus ve hanedan mensubları yatar. Güzide çini-lerle bezenen cephede geometrik şekiller, yıldızlar, mavi, lacivert, firuze, lâleler arasında bir kitabe göze çarpar. Bu levhada “Biz geniş saraylardan dar

Önceki
Önceki Konu:
Nilüfer Hatun
Sonraki
Sonraki Konu:
İkrime

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar:
Son Ziyaretler: