12/04/2014 7:00
Alm. Menschenrechte, Fr. les droites humaine, İng. Human rights. İnsanların, renk, ırk, dil farkı gözetmeden siyâsî (politik), iktisâdî (ekonomik), içtimâî (sosyal) haklarını korumak, garanti altına almak ve bu hakların kullanılmasını temin etmek.

İnsan, medenî yaşamak için yaratılmıştır. Medeniyet ise, tâmîr-i bilâd ve terfih-i ibâd’dır. Yâni beldeleri bayındır hâle getirmek, memleketleri kalkındırmak, fennî her çeşit gelişmeyi insanların, milletlerin hürriyetleri, râhat ve huzûr içinde yaşamaları için kullanmak demektir. İlk insan ve ilk peygamber Âdem aleyhisselâmdan îtibâren insanlar, medenî olarak yaşamış ve şahsî haklarını kullanmışlardır. Peygamberlerin bildirdiklerine îmân edip bu yolda gittikleri müddetçe, insanlık huzûr içinde yaşamıştır.

İnsanlar, ilâhî dinlerden uzaklaşınca sâhib oldukları bütün haklardan mahrûm kaldılar. Zâlim diktatörlerin, kralların zulmü altında inlediler. Siyâsî, iktisâdî ve içtimâî haklarını elde edebilmek için mücâdeleye başladılar. Milâdî altıncı yüzyılda İslâmiyetin doğuşu ile insanlık, medenî hakların zirvesine ulaştı. Peygamber efendimizin Vedâ Hutbesi’nde bu husus açıkça görülmektedir. İslâmiyetin yayıldığı, hâkim olduğu yerlerde din, dil, ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlar, insanlık hak ve hürriyetlerini asırlarca kullandılar, adâlet içinde müreffeh bir hayat yaşadılar. Bu haklardan mahrum kalan milletler ise mücâdelelerini devâm ettirdiler. Ancak 18. yüzyılda Fransız İhtilâli ile bâzı haklar elde edebildi. 20. yüzyıldaki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile de bu hakları genişlettiler. Halbuki İslâmiyet, Fransız İhtilâlinden 12, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden 14 asır önce insanların hak ve hürriyetlerini garanti altına almıştı. Vedâ Hutbesi’nde; “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah katında en kıymetliniz, takvâsı en çok olanınızdır. Arabın Arab olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.” “Kimin yanında bir emânet varsa onu sâhibine versin. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.” “Kan dâvâları tamâmen kaldırılmıştır.” “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahü teâlâdan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” “Din kardeşinizin hakkına tecâvüz helâl değildir.” “Ey insanlar! Allahü teâlâ her hak sâhibine hakkını (Kur’ân-ı kerîmde) vermiştir.” buyrularak insanların can, mal emniyeti, fikir, vicdan hürriyeti gibi bütün hakları teminât altına alınmıştır. On dört asır sonra kaleme alınan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki “Herkesin yaşama hürriyeti, hiç kimseye zulmedilemeyeceği, kânun önünde herkesin eşit olduğu, erkek-kadın ve ırk ayırımı yapılmayacağı” gibi değişik maddeler Vedâ Hutbesi’nde “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız...” ifâdesi ile özetlenmektedir. Eğer yeryüzündeki insanlar, İslâmiyetin kendilerine temin ettiği bu hak ve hürriyetleri öğrenselerdi seve seve Müslüman olur veya bunların tatbik edilmesini isterlerdi. Nitekim batıdaki insan hakları ile alâkalı çalışmalar, İslâmiyetin tesiri ile olmuştur.

Bilhassa ortaçağda, Müslümanların hâkim oldukları yerlerde, Müslüman olsun veya olmasın herkese âdil muâmele yapılıyordu. Renk, dil, ırk farkı gözetmeksizin herkes inancında, ibâdetinde mülk edinmede, ticâret yapmakta, mahkemelere mürâcaatta hep hürdü. Aynı çağda Hıristiyan âleminde ise durum, İslâm âleminin tam aksineydi. Hıristiyanlar, kendi dindaşlarına bile zulüm, işkence yapmaktan geri durmuyorlardı. Asîl denilen îtibârlı âileler ile kilisenin haklı-haksız her dedikleri oluyor, istekleri yerine getiriliyordu. İslâm âlemindeki huzûru, refahı, adâleti işiten, bizzât gidip gören Hıristiyan ülke insanları, kendilerinin de Müslümanlarca yönetilmesini, arzû eder hâle geldiler. Hıristiyan batı dünyâsındaki reform hareketlerinin itici gücü, İslâm âlemi oldu.

Batı dünyâsında hor görülen, ezilen insanlar; İslâm âleminden görüp öğrendikleri hürriyet düşüncesinden etkilendikçe Avrupa’da insan hakları konusunda gelişmeler başladı. 18. yüzyılda yaşıyan John Locke, Montesquieu, Voltaire ve Jean Jacques Rousseau gibi filozofların bu gelişmelere önemli katkıları oldu. İnsan hakları olarak istenenler ise, kânun önünde eşitlik, kişinin güvenliği, düşünce-inanç hürriyeti, siyâsî ve mülkiyet hakları gibi şeylerdi.

Batı dünyâsındaki bu mücâdele, ancak Birinci Dünyâ Savaşından sonra devletler tarafından kabul edilip müzâkere edilmeye başlandı. İlk olarak 1919’da “Milletler Cemiyeti” kuruldu. Bu cemiyette ezilen, hor görülen insanların durumu, çalışma şartlarının düzeltilmesi, kadın ve çocukların durumu gibi konular ele alındı. Bu cemiyetin akabinde bunun yerine 1945 senesinde Birleşmiş Milletler kuruldu. Bünyesinde hemen hemen her konu ile alâkalı bölümler, konseyler teşkil edildi. İnsan haklarının korunması husûsunu, Ekonomik ve Sosyal Konseye bağlı olarak çalışan İnsan Hakları Komisyonu üzerine aldı.

Bu teşkilâtlanmanın akabinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 10 Aralık 1948 târihinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni hazırlayıp kabûl etti. Beyanname’de bütün insanlar ve devletler için geçerli olacak ortak ölçüler kondu. Bunlar , kânun önünde eşitlik, keyfî yakalama ve tutuklamalara karşı korunma, âdil yargılama, mülkiyet, din ve vicdan hürriyeti, toplantı yapma, dernek kurma hürriyeti gibi hususlardı.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, çeşitli senelerde toplanarak mevcut hak ve hürriyetleri genişletici kararlar aldı ise de, bunları tatbik gücünden mahrumdu. Zâten her devlet, içinde bulunduğu çeşitli şartlar sebebiyle alınan bu kararları uygulayacak durumda değildi. Hâlen de durum geçerliliğini devam ettirmektedir. Bir de Birleşmiş Milletlerin iktisâden gelişmiş, süper devletlerden meydana gelen dâimî üyelerinin menfaatleri söz konusu olunca, bu hakların kullanılması kullandırılması daha da güçleşmektedir.

Birleşmiş Milletlerin ve ILO’nun hazırlayarak uygulamaya sokmaya çalıştığı diğer mühim sözleşmeler arasında; soykırımın önlenmesi ve uygulayanların cezâlandırılması, savaş esirlerine insanca muâmele edilmesi, mültecilerin durumu, köleliğin zorla çalıştırmanın kaldırılması, ırk ayrımının önlenmesi ve uygulayanların cezâlandırılması, işkence ve keyfî işlemlere karşı korunma gibi hususlar da vardır. Fakat bütün bunlar Hıristiyan batı dünyâsının menfaatleri ile çatıştığı zaman uygulamadan kalkmakta ve âdetâ bunların tersinin uygulanıldığına şâhid olunmaktadır. Çünkü BM kararlarının mutlak müeyyide (yaptırım) gücü yoktur. Sâdece aldığı kararları îlân ederek mânevî bir baskı niteliği taşır.

Önceki
Önceki Konu:
Moğollar
Sonraki
Sonraki Konu:
İstemi Kağan

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar:
Son Ziyaretler: