08/12/2009 20:18
1942 yılında Sakarya'nın Akyazı ilçesinde doğdu. İlk ve orta okulu orada okudu. Liseyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde bitirdi. Sonra Hukuk Fakültesi'ne girdi; oradan mezun oldu. O zamanlar da hukuk fakültesinde takıntısız olarak üçüncü sınıfa geçenler, dekanlığa müracaat edip, izin alarak edebiyat fakültesinin herhangi bir bölümüne devam edebiliyorlardı. Felsefeden de sertifika yaptıktan sonra, devlet felsefesi branşında doktora yapmak için Almanya'ya gitti.

Brilon'daki Guethe Enstitüsü'ndeki lisan öğreniminden sonra, Moxburg Üniversitesi'nde Prof. Dr. Ditrich Pirson'un yanında "Türk Devletlerinde Temel Hürriyetler"konulu doktorasına başladı. Hocası Bonn'a sonra da Köln'e tayin edilince Mehmet Niyazi de onu takip etti. 1976 yılında doktorasını bitirdikten sonra, hocasının yanında aynı kürsüde çalışmaya başladı. Hâlâ Moxburg Üniversitesi ile teması devam etmekle beraber, 1988 yılından beri Türkiye'de ikamet etmektedir. 1987'den beri de ilk başta haftada üç gün, sonraları haftada bir gün ZAMAN gazetesinde yazmaktadır. Ayrıca; Genç Akademi, Nizam-ı Alem, Türk Yurdu, Ufuk Çizgisi gibi dergilerde makalelerini de zaman zaman Batı dergilerinde yayınlatmaya çalışıyor.

ESERLERİ

1- Varolmak Kavgası: Bir imam hatiplinin hayatını konu alan roman, 1970. 2- Bayram Hediyesi: Çeşitli hikâyelerin toplandığı kitap, 1971. 3- Çağımızın Aşıkları: Almanya'daki hayatımızı anlatan roman, 1977. 4- Ölüm Daha Güzeldi: Tahir Mihmandarlı'nın hayatını anlatan roman, 1982 (Milli Kültür Vakfı Ödülü'ne layık bulundu). 5- İslam Devlet Felsefesi: Araştırma kitabı, 1988. 6- Türk Devlet Felsefisi: Araştırma kitabı, 1989. 7- Yazılmamış Destanlar: Balkan Savaşı'nı anlatan roman, 1989. 8- Medeniyet Ülkesini Arıyor: Araştırma kitabı, 1991. 9- İki Dünya Arasında: Roman, 1992. 10- Çanakkale Mahşeri. Çanakkale Savaşı'nı anlatan roman, 1998 (Yazarlar Birliği Ödülü). 11- Türkiye'nin Meseleleri-1 (Kültür) (makalelerden oluşmaktadır, 1992). 12- Türkiye'nin Meseleleri-2 (Kültür) (makalelerden oluşmaktadır, 1992)

ÇANAKKALE MAHŞERİ

Edebiyat, Roman

ISBN 975-437-276-4

İstanbul 1999

3. hamur, 12 x 19.5 cm

Savaşla ilgili romanlar ya stratejik bir yerdeki direnişi, yahut da bir askerin yaşadıklarını anlatarak savaşın tamamı hakkında fikir verirler, daha çok da cephe gerisindeki acıları dile getirirler. Mehmed Niyazi; bir yerin veya bir kişinin değil, Çanakkale Savaşı' nın romanını yazmıştır. Roman ilk atılan mermiyle başlıyor, bütün cephelerinde sonuna kadar devam ediyor. Yazarımıza göre tarihi roman gerçeğe sadık kalmalıdır; ancak o atmosferi okuyucuya teneffüs ettirmek için malzeme kabilinden tarihe mal olmayacak kahramanlar kullanılabilir; ama Çanakkale' de o kadar çok kahraman var ki, buna da gerek duymamıştır.

Mehmet Niyazi ile “Çanakkale Mahşeri” Üzerine:

Çanakkale, Türk’ün onur savaşıdır

TAKDİM

Tarihçi ve yazar Mehmet Niyazi, fikir yazılarının yanında edebiyatın roman dalında da eserler veren bir isim. Onun üzerinde uzun zamandan beri çalıştığı tarihi romanı “Çanakkale Mahşeri”, yayınlanır yayınlanmaz pek alışık olmadığımız büyük bir ilgi görerek, üst üste yeni baskılar yaptı. Ne acıdır ki küçük hesaplar peşinde koşan ve objektif olamadığı için saygınlığın yitiren sol medya bu büyük ilgiyi görmezden geldi. Üç yılda iki bin satışa ulaşamayan kitapların övgüsü ile uğraşan bu bir kısım medya, 7 ayda 6 baskı yapan bir romanı görmezden gelerek onurlu bir iş yaptığını mı sanıyor acaba? Nasıl bir misyondur bu? Bu misyon kime ne fayda sağlar ki? İyisi mi siz, sıradan cümlelerden oluşan şımartılmış yazarınızın üçüncü sınıf çalışması için, şaheser bir hikaye demeye devam edin. Halk da sizin yazdıklarınıza “hikaye” diyor...

SPOTLAR

İnsanları etkilemede ve genç nesillere bir tarih şuuru aşılamada, sanat eserleri ilmi-tarihi eserlerden çok daha tesirli olmaktadır.

.

“Çanakkale savaşı Türk’ün bütün dünyaya karşı duyduğu gurur savaşıdır. Milletimiz, tarih ve din hadisesi karşısında çok hassastır. Eğer bu konular sanat-edebiyat-estetik açısından güzel anlatılırsa, hem insanımız motive olur, aydınlatılır. Hem de ortaya konulan eserler değerini bulur.”

Türkiye, milliciler ve Batıcılar diye ikiye bölünmüş. Batıcılar, milli olanları, milli olanlar da Batıcıları görmezden geliyor. Sanıyorum Batıcılar, bize göre daha tutucu, daha ideolojik davranıyor. Bence bu tavır yanlış. Kültürde tutucu ve tarafgir olmamalıyız.

OLCAY YAZICI

Tarihi romanı diğer roman türlerinden ayıran ana unsurlar nelerdir? Bu tür romanın hafife alınmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Öncelikle yazar her bakımdan hürdür. Konuyu istediği gibi kurgular, kahramanını istediği gibi tanzim eder, görevler verir. Klasik romanda romancı alabildiğine hürdür. Benim kanaatime göre tarihi romanda yazar tarihi olaylarla bağımlı ve sadık kalmak mecburiyetindedir. Ciddi bir yazar olayları olduğu gibi yansıtmayı görev bilir. Tarihi roman okuyan birinin tarihi de öğrenmesi gerekmektedir. Tarihi romanda kurgu romancının harcı olmadığı için yazmak istediği tarihi olaydan nasıl bir senaryo çıkarabilirimin güçlüğü içerisindedir. Tarihi roman, sorumluluğu çok ağır olan bir roman türüdür. Bu sebeple, hafife alınmasını doğru bulmuyorum. Tam tersi...

BU DESTAN YAZILMALIYDI

“Çanakkale Mahşeri’nin” yazılış hikayesini bir kere daha sizden dinlesek?

Çanakkale hakkında Almanya’da birçok kitap, hatırat gördüm. Ayrıca İngiltere, Yeni Zelanda gibi Çanakkale’ye iştirak eden memleketlerde, hatta etmeyenlerde de Çanakkale üzerine yazılmış pek çok roman okudum. Bu arada Çanakkale’de en büyük taraf olan, en büyük kurban veren, tarihini değiştiren bir milletin parmakla sayılacak kadar hatıratı var, Çanakkale’yi bize hatırlatan. Birkaç tane de edebi parçalar, şiirler var. Çanakkale’de vatanı, namusu, milleti uğruna şehit olan 250 bin vatan evladının, ondan daha fazla olan gazilerin hatıratı bu az kadar olmamalıydı. Bu durum beni oldukça yaralıyordu. “Çanakkale Mahşeri”ni yazmamdaki ilk sebep budur.

İkincisi, hissi olan bir diğer tarafı da, rahmetli babam Çanakkale’de bulunmuştu. Romandaki Mehmet isimli kahraman odur. Hulasa babam olması sebebiyle romanda babama daha önemli görevler vermiş olabilirim. Bunun yanında roman, 6 yıl gibi bir sürede hazırlandı. Şahsiyetlerin ikisi dışında diğerleri yaşamış kimselerdir. Sadece, Muzır Ruşen’le, Mendebur İdris. Buna sebep de şu; Namık Kemal, “Vatan Yahut Silistre”yi yazınca tabi büyük bir gürültü koparıyor. Müspet manada gürültü koparıyor. Fakat, Mizancı Murat haklı olarak diyor ki, burada hiç korkak adam yok. Aslında askerler arasında ölümden korkanlar, telaşlananlar da olur. Bu çok tabii bir duygudur. Hepsi sanki tornadan çıkmış gibi. Ben de romandaki bu doğal havayı bozmamak için, hayali iki şahsı romana dahil ettim. Aslında korkak ve pısırık insanları hiç kimse pek anlatmaz eserinde.

Burada gururla ifade edeceğim bir husus var. Türk insanı olarak, bize kirli diyebilirler, fakir diyebilirler, cahil-köylü diyebilirler. Ama hiç kimse korkak ya da alçak diyemez. Çünkü deyiliz. Bu hasletler, millet olarak en çok iftihar ettiğim hususlardır.

TARİHİ DEĞİŞTİREN SAVAŞ

Türk insanı ve bugünkü nesil için, Çanakkale harbinin önemi nedir?

Şimdi şunu özellikle belirteyim ki, Çanakkale’nin sadece Türkiye için değil, dünya için büyük bir önemi var. Churchil diyor ki, “Tophaneli Hakkı’nın yaptığını 400 yıldan beri hiç kimse yapmamıştır. Nusret mayın gemisinin bu kahraman subayı, bir gecede Çanakkale Boğazı’nı mayınlamış, yenilmez addedilen İngiliz donanmasının üçte birini kullanılmaz hale getirmiştir. Bu durum savaşın süresini iki buçuk yıl uzatmış, 8.5 milyon Avrupalı’nın ölümüne sebep olmuştur. Bu yüzden biz, Boğazı geçemedik. Rusya komünist oldu. Rusya komünist olurken 30 milyon insan öldü. Rusya daha sonra Çin’i komünist yaptı. Çin komünist olurken 50 milyon insan öldü. Ayrıca Çanakkale yenilgisi münasebeti ile bizim gücümüzden dünyada şüpheler başladı. Bangladeş, Hindistan, Pakistan gibi ülkeleri elimizden kaçırdık. Güneş batmayan imparatorluğun güneşi batmaya başladı. ”

Eğer Churchil yaşasaydı, bu savaşın yeryüzünde yol açtığı sonuçlar listesine, bugünkü uzantısı olarak şu ülkeleri de eklerdi: Azerbaycan, Gürcistan, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Ukrayna, Baltık devletleri bağımsızlıklarını kazandı. Ayrıca bana göre Çanakkale Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı yerdir. Daha çok akademik seviyede manaları olan şeylerdir.

Çanakkale savaşı, genç nesillere milli şuur ve millet olma gururu aşılamada etkili bir unsurdur. Gençlik bu şuuru tarihi metinlerden elde edebilir. Fakat roman, hikaye ve şiir gibi sanat eserleri gençliğin milli bir duyarlık kazanmasında çok daha etkilidir. Çünkü sanat eserleri okuyucuya o atmosferi teneffüs ettirir. İlmi olarak Çanakkale’yi anlatırsanız, kuru ve yavan olur. Zaten Necip Fazıl’ın güzel bir teşhisi var. 400-500 senelik Alman dağınıklığını Bismark kurmadı der, ondan önce Goethe kurdu!..Burada sanatın gücü ortaya çıkıyor.

Tıpkı, Anadolu’nun fethini ordulardan önce Yesevi erenlerinin gerçekleştirmesi gibi yani?

Evet, tıpkı onun gibi. Yani, Çanakkale hakkında belki Genelkurmay’ımız birçok eser yayınlamıştır. Fakat bunların insanlar üzerinde çok tesirli olduğu söylenemez. Buna karşılık Mehmet Akif’in Çanakkale ile ilgili şiiri her vesile ile gündeme gelir, insanlar onu zevkle okur-dinler ve o tarihi heyecanı yeniden yaşar. Özetle, insanları etkilemede ve bir tarih şuuru aşılamada tarihi-ilmi eserlerden ziyade, sanat eserleri tesirli olmaktadır. Bu asla inkar edilemez bir gerçektir.

TARİH SEVGİSİ

Türk milletinin çok hassas olduğu bazı tarihi-sosyal konular vardır. Çanakkale de bunlardan biri?

Evet. Şüphesiz. Milletimiz ecdat, tarih ve din hadisesi karşısında çok hassastır. Bu yüzden eğer bu konular sanat-edebiyat-estetik açısından güzel anlatılırsa, hem milletimiz motive olur, aydınlatılır. Hem de ortaya konulan eserler değerini bulur. Mesela ben Çanakkale’nin dışından birçok kitap yazdım. Fakat hiç biri “Çanakkale Mahşeri”nin gördüğü ilgiyi görmedi. Yani tarihe düşkünlük milletimizin hasletinde vardır.

Kitabınız, Türk okuyucusundan büyük bir ilgi görerek, kısa zamanda 5 baskı yapmasına rağmen, sol medya olayı görmezden geldi. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?

Evet, kitabım Kasım 98’de basıldı ve 6 ayda 5 baskı yaptı. Türkiye, adeta karpuz gibi birçok dilime bölünmüş. Sağ-sol deyimlerini pek benimsemiyorum fakat insanlar kamplara bölünmüş. Ben buna milli ve Batıcı olanlar diyorum. Batıcılar, milli olanları, milli olanlar da Batıcıları görmezden-duymazdan geliyor. Fakat bu arada bazılarımız da Batıcıları olduğundan çok fazla görüyor. Sanıyorum Batıcılar, bize göre daha tutucu, daha bağnaz, daha ideolojik davranıyor. Mesela Batıcı bir yazarın romanını ben STV’de de, Kanal 7’de de, Dini Yayınlar Fuarında da, Sağ gazetelerde de görüyorum. Fakat milli bir yazarın eserini sol ya da batıcı medyada görmek mümkün değil.

Bence bu tavır yanlış. Kültürde tutucu, tarafgir olmamalıyız. Biz onları görmeliyiz, onlar da bizi görmeli. Hatta bir araya gelip medeni seviyede münakaşalar yapmalıyız. Birbirimizden çok şeyler öğreneceğimize inanıyorum. Batıya yönelmiş büyük bir kitleyi, topyekün hain ilan edemem. Onlar da bizi işe yaramaz bir kitle diye görmemeli. Yerlilikte, milli ve bizden olanda direndiğimize göre bizim de haklı taraflarımız var. Diyalog kurmakta fayda vardır.

ŞİİRİN VATANI ŞARK’TIR

Edebi türlerin en özgün ve en zor olanı şiirdir, denilir. Cemil Meriç de, “ben bütün bu çığlıkları şiire ulaşmak için attım!” der. Edebiyatta şiirin, sözün sultanı olduğunu siz de kabul ediyor musunuz?

Bu konuda asla şüphem yok. Söylenenler doğrudur. Bana göre de şiir, sanatın tacıdır. Can damarıdır. En güzeli, en özgün olanıdır. Çünkü kelimelerin büyük azabını çekecek, eleyecek, atacak, yoğuracak ve az kelime ile çok şey ifade edeceksiniz. Aynı manaya gelen birçok kelime arasından o fikre, o duyguya en denk düşenini, en iyi, en güzel ifade edeni bulacaksınız. Bu da sanatkar ve şair yaratılmakla alakalı. Her sanat dikkat ve özen ister. Ama şiir çok daha fazla dikkat, özen-titizlik ve çile istemektedir.

Bizde adettir. Gençlikte herkes şairdir. Şiir yazar. Bir süre devam eder. Sonra bırakır. Asıl şair yaratılanlar ise devam eder. Ben samimi olarak itiraf edeyim ki, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Ahmet Haşim’i okuduktan sonra, kendi kendime dedim ki, Niyazi gel vazgeç şiirden, sen buna hiç heves etme. Sana göre bir şey değil. Çünkü bizim şairlerimiz, Batı şairlerinden de güçlüdür. Bunu Batılılar da söylüyor. Şark şiiri, Garp şiirinden daha derin, daha yoğun ve daha sanatkaranedir. Batılı, “Şiirin memleketi Şark’tır!” der. Üstün kafalar, açık fikirliler kabul eder bunu. Böyleyken bizde şiir yazanları takdir etmek lazım. Onlar birer kahramandır. Şairlerin diyarında,şairim diye ortaya çıkmak cesaret ister.

SIRADA YEMEN VAR

“Çanakkale Mahşeri”nin gördüğü büyük ilgiden sonra, herhalde tezgahta yeni bir tarihi roman hazırlığı vardır?

Çanakkale’nin gördüğü ilgiden değil ama roman çalışma tasarılarım zaten var. “Yazılamamış Destanlar” Balkan Savaşını anlatıyordu. Çok şükür “Çannakele Mahşeri”ni yazmak nasip oldu. Şimdi de Güneye yolculuk var. Allah nasip ederse, Türk evlatlarını yutan esrarlı çölün, gidenin dönmediği yer olan Yemen’in romanını yazmak istiyorum. Daha sonra da Milli Mücadele’yi yazacağım, nasip olursa. Şu haklıydı, bu haksızdı tarzında değil, bir sosyal vak’a olarak değişi ve değişime karşı direnişin hikayesini anlatmak niyetindeyim. Konfüçyüz diyor ki, “Herkes birbiri ile anlaşabilir. Yeter ki kafi miktarda zamanları olsun ve kullandıkları kelimeye aynı manayı versinler."

Yani sen ve ben. İkimiz de art niyetli değilsek. İkimiz de bu toprağın çocuğu isek ve istikbali düşünüyor isek; eğitimimizi çok farklı yerlerden de almış olsak, anlaşabiliriz zannediyorum...

Önceki
Önceki Konu:
Mehmet Ata
Sonraki
Sonraki Konu:
Musa Anter

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu