son devirde yetişen büyük hattatlardan. 13 Mart 1838 târihinde İstanbul’un Fâtih semtinde doğdu. Asıl adı İsmâil Hakkı’dır. Yorgancılar kethüdâsı Hacı Mahmûd Efendinin oğludur.

Sâmi Efendi Sıbyan Mektebine devam ederken Boşnak Osman Efendiden sülüs ve nesih hattını öğrenmeye başladı. Bu iki hattı sâdece bu hocadan görmüş; fakat kuvvetli istidâdı sâyesinde eski üstadların yazılarını inceleyerek bu vâdide çok ileriye gitmiştir. Sâmi Efendi, ilk yazılarına “Yorganizâde” diye imzâ atardı. Bu arada Arapça ve Farsça öğrenen Sâmi Efendi, 14 Temmuz 1853’te Mâliye Kalemine girdi. Usulden olduğu için burada Sâmi mahlasını kullanmaya başladı. Bu görevi yanında, Bâbıâli tarzı rik’a hattının ilk üstâdı Mümtaz Efendiden rik’a, dîvân-ı hümâyûnun hat muallimi Nâsıh Efendiden dîvânî, celî dîvânî yazmasını ve tuğra çekmesini öğrendi. Mustafa Râkım Efendinin talebesi Recâi Efendiden celî sülüsü ilerletti. Kıbrısîzâde İsmâil Hakkı Efendiden ta’lik hattını meşketti ve 1857’de icâzet aldı.

İsmâil Hakkı Efendinin vefâtından sonra devrin ta’lik üstadı Ali Haydar Efendiden celî ta’lik meşketmeye başladı. Seneler sonra bu olayı hatırlayıp, talebesine; “Hocayla talebeyi ancak ölüm ayırır. Ben hocalarımı terk etseydim yazıda feyz bulamazdım.” demiştir. Zamanla vazifesinde yükselerek Nâmenüvis ünvânıyla Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemine tâyin edildi. 18 Nisan 1878 Dîvân-ı hümâyûn Dâiresi Hutut-ı Mütenevvia Muallimliğine getirildi. Daha sonra Nişan Kalemi Hulefalığından aynı kalemin mümeyyizliğine getirildi. Uzun müddet Enderûn-ı Hümâyûnda ve Çarşıkapı’da şimdi yıkılan Kemankeş Mustafa Paşa Medresesinde 300 kadar talebeye hüsnü hat dersi verdi. Meşrûtiyetin îlânından sonra emekliye sevk edildi. Son birkaç yılını felçli olarak geçirip, 1 Temmuz 1912’de vefât etti. Cenâze namazı Fâtih Câmiinde kılınıp, bu câminin haziresine defnedildi.

Sâmi Efendi nesih ve sülüsle fazla uğraşmamış; sanatta, şahsiyetini hattın en geç ve güç kemâle gelen şekli olan celîde ortaya koymuştur. Kışın Fâtih’in Horhor semtinde, yazın Çengelköy’de oturur ve talebelerine de salı günleri ders verirdi. O gün zamânın yazı üstadları da ziyâretine gelirlerdi. Uzun müddet celî çalışan merhum, müsveddeleri biriktikçe bunları bir torbaya doldurup içine de ağır bir taş koyarak Çengelköy’e geçerken denize atardı. Bâzan talebelerine çıkışır; “Siz dört adım yaya gelmeye üşeniyorsunuz. Ben Fâtih’ten Yıldız’a gider, saatlerce bekledikten sonra, -Hoca bugün yazı göstermeyecek- derler, arkama baka baka dönerdim.” derdi.

Sultan Abdülazîz Han, Sultan İkinci Abdülhamîd Han ve SultanReşâd Hanın tuğralarını en güzel şekilde çekenSâmi Efendi, bilhassa Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın şahsi teveccühüne mazhar olmuştur. Talebeleri arasında Hacı Kâmil Efendi, Hulusi Efendi, Tuğrakeş Hakkı Bey, Hasan Rızâ Efendi, Elmalılı Hamdi Efendi, ve Necmeddin Okyay sayılabilir. Sâmi Efendinin vefâtından iki sene sonra 1924’te eskiden Derleme Müdürlüğü olan binâda tesis edilen “Medreset-ül-Hattatîn”e her yazı çeşidini öğretmek için tâyin edilen yazı hocaları hep merhumun yetiştirdiği hattatlardı. Celî sülüs ve celî ta’lik şeklindeki levhalarına en çok Cihangir ve Altunizâde ile Aksaray Vâlide, Râmi, Edirnekapı’da Mihrimah, Erenköy’de Zihni Paşa ve Gâlib Paşa câmilerinde rastlanır. Kapalıçarşı’nın Çadırcılar Kapısı üstündeki hadîs-i şerîf, büyük kapı üstünde tuğra ve Nûruosmâniye kapısındaki tâmir kitâbesi, Etfal Hastânesinin kitâbeleri ve birçok mezar kitâbesi ise mermere nakşedilen yazılarındandır.

Önceki
Önceki Konu:
Gusül
Sonraki
Sonraki Konu:
Beyanname

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar: