20/03/2014 6:00
Tâbiînin büyüklerinden ve oniki imâmın dördüncüsü. İsmi, Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Künyesi, Ebû Muhammed ve Ebü’l-Hasan, lakabı, Seccâd ve Zeynelâbidîn’dir. Hazret-i Hüseyin’in oğludur. Annesi, Acem pâdişâhının kızı Şehr-i Bânû Gazâle’dir. 666 (H.46) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 713 (H.94) yılı Muharrem ayının on sekizinde doğum yerinde şehit edildi. Bakî Kabristanında amcası hazret-i Hasan’ın yanına defnedildi.

İmâmlığı, yâni tasavvufta insanlara feyz vermesi, doğru yola kavuşturması otuz dört sene sürmüştür. Hadis, fıkıh ve tasavvuf ilminde âlimdir. Eshâb-ı kirâmın çoğunu görmüştür. Abdullah ibni Abbâs, Ebû Hüreyre radıyallahü anhüm, hazret-i Âişe, babası hazret-i Hüseyin, amcası hazret-i Hasan, Ümmü Seleme ve diğerlerinden hadîs-i şerîfler işitip rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şerîfler, Kütüb-i Sitte adı verilen altı hadis kitabında yazılıdır.

Zeynelâbidîn’den (rahmetullahi aleyh) kendi oğulları, Muhammed Bâkır, Zeyd bin Ali, Abdullah bin Ali, Ömer bin Ali’den başka Zeyd bin Eslem, Âsım bin Amr, Ebû Seleme bin Abdurrahmân, Tâvus bin Keysan, Yahyâ bin Sa’îd, Ebü’z-Zinâd ve diğerleri hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. İmâm-ı Zührî; “Ondan daha üstün fıkıh âlimi görmedim.” demiştir. Tasavvuf ilmindeki yüksek derecesi ve hâlleri de medhedilmiştir. Her gün ve gecede bin rekat namaz kıldığı ve buna ölünceye kadar devam ettiği nakledilmiştir.

Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamânında Eshâb-ı kirâmın ordusu İran’a gidip, Yezdicürd’ün memleketini fethettiler. Oradan çok ganîmet ile esir getirdiler. Esirlerin arasında pâdişâhın üç kızı da vardı. Medîne-i münevvereye geldiklerinde hepsini halîfe Ömer’e (radıyallahü anh) teslim ettiler. Hazret-i Ali bu kızları satın aldı. Bunlardan Şehr-i Bânû Gazâle’yi oğlu hazret-i Hüseyin’e nikâh etti (Zeynelâbidîn bundan oldu). Birisini hazret-i Abdullah bin Ömer’e, diğerini de hazret-i Muhammed bin Ebû Bekr’e nikâh ederek verdi.

Zeynelâbidîn’in (rahmetullahi aleyh), her abdest aldığında yüzü sararır, vücûdu titrerdi. Sebebini sorduklarında; “Kimin huzûruna çıkacağımı biliyor musunuz'” buyururdu. Bir gece teheccüd namazı kılarken, şeytan ejderha şekline girip, kendisini meşgul etmek istedi. Aldırış etmeyince, ayak parmağını ısırdı. Namazdan sonra ejderhanın şeytan olduğunu anlayınca ona vurup; “Defol ey mel’ûn!” dedi. İbâdetlerini tamamlamak için kalktığında gaybdan bir ses üç kere; “Sen Zeynelâbidîn’sin (yâni ibâdet edenlerin süsüsün).” dedi.

Oğlu Muhammed Bâkır’a buyurdu ki: “Ey oğlum! Dört çeşit kimselerle arkadaşlık etme ve onlara güvenme. Fâsık olan kimselerle arkadaşlık etme, zîrâ fâsık kimse seni bir lokma ekmek için terk eder. Cimri ile arkadaşlık etme, cimri senin çok muhtaç olduğun şeylerini elinden almak ister. Yalancı ile arkadaşlık etme. Yalancı da fâsık bir kadına benzer, senin yakınlarını senden uzaklaştırmak ister ve senden uzak kimseleri sana yaklaştırmak ister. Bir de sıla-i rahmi terk edenlerle arkadaşlık yapma. Zîrâ onlar Kur’ân-ı kerîmin üç âyeti ile lânetlenmiştir.”

Buyurdu ki: “Allahü teâlâ, günâhlarına pişman olup, tövbe edenleri sever.”

“Allahü teâlânın bütün yaratıklarını gözleri ile müşâhede ettikleri hâlde, öyle kimseler vardır ki, Allahü teâlânın varlığı ile birliği hakkında şüpheye düşerler. Yoktan nasıl var edildiklerini gözleri ile gören pekçok insan var ki, ölümden sonraki dirilmeyi inkâr ediyor. Bunlar gelip geçici olan dünyâya emek verip, ebedî âhireti unuturlar. Ben bunların bu hâllerine çok şaşarım.”

“Hakîkî cömert, Allahü teâlâya itâat eden, kulların haklarını gözeten, yaptığı iyiliği Allah için yapıp, karşılığında insanlardan teşekkür beklemeyendir.”

“İnsanlar, zarûret diyerek, yiyecek kazanma peşinde koşarlar. Hâlbuki esas zarûret, günahlardan kaçınmaktır Fakat çokları bundan kaçınmayıp, yiyecek peşinde koşarlar.”

Zeynelâbidîn rahmetullahi aleyh ibâdet edenleri şöyle sınıflandırırdı: “Allahü teâlâdan korktukları için, O’na ibâdet ederler. Bâzı insanlar da Allahü teâlânın rahmetini ve Cennet’ini istedikleri için O’na ibâdet ederler. Bu ibâdet tüccar ibâdetidir. İnsanların diğer bir kısmı ise, Allahü teâlânın gazâbından korkarak sâdece cenâb-ı Hak ibâdete lâyık olduğu için, şükrünü îfâ etmek için ibâdet ederler. İşte bu, tam mânâda müttekî olanların ibâdetidir.”

Vefât edecekleri gece oğlu Muhammed Bâkır’dan abdest almak için su istedi. Suyu getirdiklerinde buyurdu ki: “Bu su içinde hayvan ölmüş, bununla abdest alınmaz.” Yakınları mum ışığında dikkatlice baktıklarında kabın içinde bir fâre ölüsü gördüler. Oğlu tekrar su getirdi. Abdest aldı ve; “Artık ölümüm yakındır.” buyurup, vasiyetini bildirdi. O gece Osman bin Hayyâm tarafından zehirletildiği için şehit oldu 713 (H.94).

Önceki
Önceki Konu:
Hidrat
Sonraki
Sonraki Konu:
Aşiret Mektebi

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu