12/10/2014 15:00
Kaygılarımızı belirli bölümlere ayıralım ve onlarla en iyi şekilde nasıl ilgilenileceğini görelim. Hepsinin en aşağısı ve en kötüsü beynin ve sinirlerin gerçek bir rahatsızlığı olan şekilsiz ve bütün olmayan kaygıdır. Bunun, tuhaf bir kitap olan "Lavengro"dakinden daha dokunaklı açıklamasını bilmiyorum:

"Bir anne oğluna 'çocuğum, seni ne rahatsız eder?' demiş, çocuk da dehşet içinde, bir koltukta uzanırken, 'seni ne rahatsız eder, korkmuş görünüyorsun?" demiş.

"Oğlum, evet öyleyim, korkunç bir kaygı var üzerimde."

"Anne. Fakat neden korkuyorsun? Seni kimse incitemez, seni endişelendiren nedir?"

"Oğlum, ifade edebileceğim bir şey değil, korktuğum şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama korkuyorum."

"Anne, belki de görüntüler ve hayaller görüyorsundur. Bir keresinde sürekli olarak onu korkutan silahlı bir adam gördüğünü düşünen bir kadın tanıdım. Fakat bu sadece hayaldi, beynin bir hayaleti."

"Oğlum, beni hiçbir silahlı adam korkutmuyor ve bu bana kaygı yaşatabilecek bir şey de değildir. Silahlı bir adam beni korkutsaydı, kalkıp onunla kavga ederdim. Zayıf olduğum kadar, daha iyi hiçbir şey ummazdım, bu yüzden belki de bu korkudan kurtulurdum. Benimki ne olduğunu bilmediğim bir şeyin korkusu ve dehşet de işte burada yatıyor."

"Anne, alnın soğuklaştı ve konuşman sakinleşti. Nerede olduğunu biliyor musun?"

"Oğlum, nerede olduğumu biliyorum ve her şeyi olduğu gibi görüyorum. Sen yanımdasın ve masanın üzerinde bir Floransalı tarafından yazılmış bir kitap var. Tüm gördüğüm bu ve korkmak için hiçbir sebep yok. Aslında biraz sakinim ve hiç acı hissetmiyorum, fakat, fakat..."

Ve sonra 'gemili, sospiri ed alti guai'nin bir patlaması oldu. Ah, ah! Kilin zavallı çocuğu! Kıvılcımlar yukarı doğru uçtukça, sarfiyat hüzne doğdu, ilerleyin!

Bu, şaşırtıcı gücün bir tarifidir, fakat biz tabii ki içinde duygusal bölümlerin direk olarak etkilendiği belirli bir beyin hastalığıyla ilgilenmek için buradayız. Bu, daha az derecede, hiç şüphesiz, kişinin düşünmeyi isteyeceğinden daha çok insanı etkiler, fakat bu, kaygının sebebi değil semptomu olduğu fiziksel bir rahatsızlık olarak görülebilir.

O zaman bu mantıksız korkulardaki fiziksel unsurları açıkça tanıyalım. Kişi bunu bir kere yaptığında, zihinden büyük bir yük kalkar, çünkü kişi bu tarz bir kaygının, harekete aktardığı duygu aracılığıyla narin mekanizmayı direk olarak etkileyerek hem sebepsiz hem de temelsiz olan ve ne cesaret yoksunluğunu ne de otokontrolsüzlüğü belirten bir korku semptomu yaratan gerçek bir hayal olabileceğini, bir çeşit soluk komedi olduğunu görür.

Ve bu yüzden, ben, Sofulara ve Stoacılara karşıt bir şekilde, hayatın bütünlüğünü yaşamak ve tatmak için var olduğumu ve eğer yanlış zevkleri seçmeye başlarsam, bu sayede, onların gerçekçi olmadığını öğrendiğimi hissediyorum. Birçok şeyle uzlaşmayı, istediğimden azım almakla yetinmeyi, birçok güzel şeyi kaçırmayı kabullenmeyi çoktan öğrendim. Fakat öngörünün hatırı için Sofu olmak bana kasıtlı bir hata gibi görünüyor, bir adamın zor günler boyunca şiddetli açlığı, bir gün kendine yeterince yiyecek bulamama ihtimali yüzünden yaşadığı gibi. Edilmeye değer tek inkar, kişinin isteyerek yaptığıdır ve kişiye güzel ve iyi görünendir.

Azizin, hayatı yüksek zevkle ve canlı bir tatla yaşayan kişi olduğunu önemle hatırlamalıyız. Kutsallığı, onun karşı koyulmaz güzelliğinden ve zihnine uyguladığı cazibeden dolayı seçer. Hayatın içinde utanmış, üzülmüş, endişelenmiş bir şekilde, sıradan zevklerin dermansız parmaklarından kayıp gitmesine izin vererek sürünmez. Ve eğer kendisinden ortak zevkleri esirgerse, bu, istekleri yerine getirildiği takdirde, onun daha saf ve daha canlı olan eğlencelerini engelleyeceği ve lekeleyeceği içindir.

Yaşam kaygısı için, "Bu çekici ve etkileyici şey beni büyülüyor, fakat ben ona güvenmeyeceğim ve onu bir kol mesafesinde tutacağım çünkü onu kaybedersem, rahatsızlık yaşayacağım." diyen zihniyet bana hayatla zayıf ve korkakça başa çıkma gibi görünüyor. Bundansa "Ben hayatı uzun sürmeyeceğini bilip cömertçe ve özgürce yaşayacağım. Fakat bu, benim için Tanrı'nın benimle ilgilendiğinin işareti, bana isteği ve doyumu vermesi ve Tanrı bunun sadece ufak bir şey olduğunu öğrenmemi kastetse de, ben bunu sadece yaşamı kullanarak ve onun tatlılığını deneyerek öğrenebilirim." demeyi tercih ederim.

Bu tehlikeli bir öğreti sayılabilir, fakat ben hayatın tüm tatların ve kaprislerin aptalca ve safça şımartılması olması gerektiğini kastetmiyorum. Kişi seçimini yapmalıdır, ve gölgeleriyle elele gelen birçok tat vardır. Günahla oynamaktan bahsetmek için burada değilim. Birçok insanın genç yaşta bu yüzden parmaklarını yaktıklarını düşünüyorum. Fakat ben aslında vücudun hiçbir şekilde günah olmayan zevklerinden, yiyecek ve içecekten, oyunlardan ve idmandan, aşkın kendisinden söz ediyorum ve zihnin ve sanatsal hissin zevklerinden, güçlü ilgileri ve istekli hayalleri olan kadın ve erkeğin özgür ve açık ilişkilerinden, işin, profesyonel başarının zevkinden, kişinin hoş görevleri mümkün olduğunca kusursuz ve enerjik bir şekilde yapmasından, hayatın tüm heyecanı, hareketi ve zevkinden söz ediyorum.

Tüm bunlardan dehşet içinde kaçmak bana bir çeşit korkaklık gibi görünüyor. Ve kişinin zevk almadığı şeyleri sosyal geleneğin hatırı için istemeye devam etmesi de bir çeşit korkaklıktır. Eğer kişi geleneğin insanı can sıkıcı ve işe yaramaz formalitelere, aptal ve pahalı eğlencelere, sıkıcı toplantılara, sönük ve gereksiz toplantılara götürdüğünü görüyorsa, sosyal alışkanlıkları kırmaktan korkmamalıdır. Kadın ve erkeğin neşe ve zevk içinde kendi güç ve mutluluklarını temsil eden şeyleri seçmeleri ve kendilerini bunlara istekle atmaları, bu sırada bunları daha sade ve basit görevlerle karıştırmamaları gerektiğini düşünüyorum.

Kaygının durmadan gelmesinden kaçmanın bir başka yolu da onur ve itibarımızın kişisel iddialarına karşı savaşırken çok dirençli olmaktır. Hırslarımız tarafından, küçük ya da büyük de olsalar, şiddetle yara alıyoruz, ve bir temelin genellikle bir saygınlık hissine ne kadar zayıf bir şekilde hizmet ettiğini fark etmek şaşırtıcı oluyor. Halen pragmatik bir şekilde kendisiyle ilgilenen ve gururları diğer insanları cimri bir şekilde düşündükleri kadar kendi sonuçlarını övmemeleri gibi bir şekil almış yalın ve önemsiz insanlar tanıdım. Kişinin kendi güvencesini, hakkındaki hatalar ve başarısızlıklara olan acı vurguyla yaşayarak, başarı kazanmış olanların eksikliklerini listeleyerek, kendisini, başarıdan yoksunluğunu dünyevi olmamanın bir işareti olduğuna alıştırarak ve diğerlerinin başarısını şöhretin iyiliğe inanmayan ve vicdansız uğraşma bağlayarak korumak kolaydır. Dünyada kadın ve erkeği hakareti sezme ve algılama ve dertlerle ilgilenme yatkınlığı kadar ayırd eden bir şey yoktur. Kişiye ilgisizce muamele edildiğini düşünmek ve cesaret hassaslığını yanlış anlamak zararlı bir şekilde kolaydır. Dünyaya kazandığımız ve hak ettiğimiz kadar katıldığımız gerçeğiyle cesurca yüzleşelim. Her ne olursa olsun ilerleyenden ayrılmanın ve kopmanın, bir şeye bağlı olandan daha fazla saygı ve daha fazla riayet iddia etme alışkanlığından daha emin bir yolu yoktur. Eğer küçümseniyorsak ve gururumuz kınlıyorsa, bu genellikle kendimizi daha ileriye koyduğumuz ve hakkımızdan fazlasını aldığımız içindir. Eğer bir eli taşıyabilecek, zorlukları alabilecek, veresiyedense işe yarar görevleri isteyecek kadar doygun olduğumuz zaman, etkimiz sessizce büyür ve vazgeçilmez oluruz. Önemsiz yakınmaları farketmeyen, keskin yorumlara gülen, hayali hakaretler üzerine kara kara düşünmeyen, sabırsızlık ve yorgunluğa izin veren bir insan yatkın değildir. Unutma gücü affetme gücünden, hayatın birçok birleşiminde, sonuna kadar daha değerlidir. On örneğin dokuzunda, hassasiyetimizin yakaladığı yaralar en sade deliklerdir, kendi ellerimizle büyütülmüş ve kaygılı hale getirilmiştir. Küçük deliğin içindeki dikenle, onu iyileştirmek ve atmak yerine, mikrop kapana kadar oynarız.

Hayatın göz diktiğimiz hediyelerinin, eğer onları elde etmek için plan kurarsak, çok azı kazanmaya değerdir. Hak ettiğimiz, bize umulmadık şekilde gelen şeref ya da görevdir. Hak ettikleri ve kendilerine yakıştığını hissettikleri belli işleri asla elde edemediklerini söyleyen hoşnutsuz insanlar tanıyorum. Bu arada, kendimizi her şekilde göz konulmuş durumda tasarlarken ve huzur dolu mutluluğu, etrafımızda yatan güzel zevkleri görüntülerken, biz açgözlü hayallerimizle ilerledikçe hayat çabucak uçar.

Birkaç yıl önce tanımadığım her türden insandan mektuplar almaya başladığımdan beri, dünyada kendini değersiz hisseden ne kadar çok insan olduğunu fark etmek beni çok şaşırttı. Bu gibi insanlar genellikle denemiş ve başarısız olmuş insanlar değildir ki dürüst bir başarısızlık sıklıkla sağlıklı bir yetersizlik hissi verir, fakat bunlar genellikle içlerinde ne olduğunu gösterme şansını asla bulamadığını düşünen insanlar, seyircilerim kayıtsız bulmuş konuşmacılar, amatörce çabalamaları talepsiz bulunup cesareti kırılmış yazarlar, mesleklerinin becerilerine ters düşmesinin yasım tutan adamlar, kendilerini, kendi deyişleriyle, anlayışsız bir çerçevede yaşarken bulmuş kadınlardır. Buradaki başarısızlık, kişinin kendi eksikliklerine inanmadaki yetersizlikleri ve diğerlerinin kötü niyetinin kuvvetli iknasıdır.

Buradaki, içinden kaygıların dikenli bitkiler ve barierler gibi fırladığı bir topraktır. "Ne söylersem söyleyeyim ya da ne yaparsam yapayım, küçümsenecek ve dikkate alınmayacağım, insanları sürekli beni dışlamaya ve ihmal etmeye kararlı bulacağım!" Ben kendim, beynin sadece genel olarak işin kötü yapılmış olduğu anlamına gelen gerçek sebep dışında, başarısızlık için neredeyse her türden sebep bulma konusunda ne kadar üretken olduğunu çok iyi biliyorum. Ve en isteneni kişisel tanınma ve aleni başarı için olanı, en mide bulandırıcı olanı ise saygısızlık ve alayın herhangi bir imasıyla yapılanıdır.

Kişisel deneyimlerimden de bildiğim gibi, yemden çalışmak için sabırla ve gururla yürümek, başarısızlığın nedenleriyle yüzleşmek, çalışmaktan zevk almayı öğrenmek, kişisel ayırımın rahatsız edici umudunu akıldan çıkarmak biraz mümkündür. İlahi takdirin gönlünü yapmayı ayırt etmeye çalışabiliriz, çünkü ben istekle muamele gördüğümüz kadar sevgiyle korunduğumuzdan da olabildiğim kadar eminim. Kendini önemseme döneminde bana büyük iyilik sağlamış

iki küçük olayı anlatayım. Bir keresinde bir ders vermemi rica ettiler ve bu her tarafa ilan edildi. Kendi ismimi büyük harflerle, sokakta sergilenen reklamlarda gördüm. Kararlaştırılan akşamda oraya gittim ve toplantının başkanı ve memurların birkaçıyla konuşacağım salonun yanındaki odada buluştum. Selamlaştık ve gülümsedik, karşılıklı övgülerde bulunduk, durumun önemi konusunda birbirimizi tebrik ettik. Sonunda başkan saatine baktı ve başlama zamanının geldiğini söyledi. Bir geçit töreni oluşturuldu, kapı bir katılımcı tarafından görkemli bir şekilde açıldı ve koltukları konuklarla döşenmemiş sıralarıyla boş bir salonun platformunda sonsuz bir resmiyetle yürüdük. Bunun şimdiye dek hatırladığım en gülünç olay olduğunu düşünüyorum. Başkanın nazik kafa karışıklığı, komitenin dehşeti, fiyaskonun devasa olması beni rezillikle değil ama ezici bir gülme isteğiyle doldurdu.

Saatin ilanıyla ilgili bir hata olduğunu ekleyebilirim ve on dakika sonra bir araya getirebildiğim, yürekle ulaşmaya devam ettiğim küçük bir seyirci kitlesi geldi. Fakat bana sunulan küçümsemenin gülünç doğasına hep minnettar oldum.

Gene başka bir durumda, kasabadaki uzak bir eve bir iş ziyaretinde bulunmam gerekti. İyi niyetli bir arkadaşım yaşayan bir yazarı ev halkının ağırlamasının heyecanı ve söylediklerimin ne kadar istekle dinleneceği üzerine uzunca bir söylev verdi. Sadece saygısızca değil aynı zamanda aleni bir sıkıntıyla karşılandım. Öğle yemeğinde, bir avukatın yazmanı zannedildiğimi fark ettim, fakat kısa bir süre sonra gerçek işimin ne olduğu ortaya çıkınca, kutlamanın hiçbir üyesinin benim adımı duymamış olduğunu ya da kitap yayımlamış olduğumu asla bilmediğini fark etmekten hoşnutsuzluk duymadım. Ve ne yazdığım konusunda sorgulandığım zaman, en sonunda ben erkek kardeşimin "Dodo"nun yazarı olduğunun keşfedilmesinin geçici ayırımına süzülene kadar, hiç kimsenin parmak bastığım şeylerle karşılaşmamış olduğunu gördüm.

Bunun, tamamen, uygar dünyanın edebiyatla meşgul olmadığının ve saygı iddialarının kişinin sosyal erdemlerine bağlı olduğunun iyi niyetli belirtisi konusunda nazik bir şekilde gülünç olan bir şey olduğunu düşünüyorum. İlahi Takdirin benimle kasıtlı bir şekilde alay etmek için burada olduğunu ve bana kişinin düşüncelerini dünyaya yayın yoluyla sunma alışkanlığının ille de dünyanın ne kişi ne de kişinin düşünceleriyle ilgili olduğu anlamına gelmediğini gösterdiğini dürüstçe düşünüyorum.

O zaman kişisel hırsın tedavisi bana kişinin kendi topacının hareketinin ve hızının çok küçük bir yer ve menzille sınırlandığını ve uygar dünyanın her yerinde ve Lampsacus'ta çok iyi tanınmış olduğu söylenen Yunan siyasetçinin ya da çığır açan bir çok cildin yazarı ve Cork kontunun ikinci kuzeni olarak ilan edilen filozofun nükteli tarifinin çok doğru bir gerçeği, yani şöhretin kişinin kafasını karıştırmaya değecek bir şey olmadığını, gelirse eğer, hoş olduğu kadar güvenilir ve sakin bir şekilde gelmesi gerektiğini, kişi ona bağımlı şekle geldikçe, açık bir bardaktaki maden suyu gibi, parıltısından ayrılmaya yatkın olduğunu gösteren gülünç yansımaymış gibi görünüyor.

Ve sonra, eğer kişi en ortak olan, hissedilmekle, saygı görmekle, kişinin kendi çerçevesinde görülmesi konusundaki iddiayla ilgilenmeye karar verirse, bu itibarın şefkatli ve kibar olmaya ne kadar cömertçe ve kolayca kabul ettirildiğini ve herhangi bir zeki davranış ya da sivrilikle ne kadar az şey kazanıldığını gözlemlemek sağlığa yararlı ve utandırıcı olur. Tabii ki rahatsız edici, tezcanlı, katı, hoşnutsuz insanlar dikkati yeterince kolay çekebilirler ve hoş olmamayı başarabilen bir insana genellikle kabul ettirilen ilgi çeşidini kazanabilirler. Aileler ve topluluklar endişeli anneler ve kız kardeşler tarafından bunu ya da şunu kızdıracak bir şeyi söylememe veya yapmama konusunda ne kadar da sık eğitiliyor ve ikaz ediliyor! Bu kadar rahatsız edici insanlar sevdikleri odaları, sandalyeleri ve yemekleri alıyorlar ve onların varlığında geçen konuşma ileride olabildikleri konular üzerinde istekle yoğunlaştırılıyor. Fakat bu tarz bir saygı ne kadar kısa sürer, gözüne girmeye çalışılan ve riayet edilen insan yokken ki rahatlama ne kadar hoş karşılanır! Tabii ki kişi saygı görüp görmediğine, ihtiyaç duyulup duyulmadığına, özlenip özlenmediğine, sevilip sevilmediğine, sevdiklerinin riayetini ve güvenim kazanmaya karşı tamamen kayıtsızsa, söylenecek fazla bir şey yoktur. Fakat ben sık sık Christina Rossetti'nin aşina olduğu eve dönen ve kendini özlenmemiş bulan yürek hakkındaki o harika şiirini düşünürüm:

" 'Yarın' ve 'bugün' ağladılar; Ben ise dünündüm!"

Kişi bazen, sanki benlik, kişisel iddialar, gurur ve gönül rahatlığı, sevilme umudu ve birtakım sıradan hizmet yapma isteği dışında hiçbir şey bırakmadan, ifadeden gerçekten geçip giden bir görev icabı ağırlanan ya da hayırseverlik uğruna ev verilen yaşlı aile uşaklarının, önemsenmeyen yaşlı akrabaların, bekar amcaların, evlenmemiş teyzelerin yüzünde, çok güzel ve ılımlı, kelimelerle tarif edilemeyen ama yanlış anlaşılmayan bir bakış görür.

Ben bunu diğer gün iyi durumdaki bir kuzeninin evinde, orayı dolduran daha telaşlı ve dinç bir aileyle birlikte yaşayan yaşlı bir bayanın yüzünde gördüm. Yorgun, yıpranmış fakat hiçbir huysuzluk veya hoşnutsuzluk bakışı olmayan yüzüyle küçük, narin bir yaratıktı. Yatak odası olarak küçük bir çatı katı odasına sahipti ve hiçbir şekilde ilgi görmüyordu. Kendisini sildi, bir kuşun yiyebileceği kadar yedi, nadiren konuştu, söylenenlere küçük şaşkınlık ve heyecan feryatlarında bulundu. Arabada boş yer olduğunda, bindi. Olmadığında, evde durdu. Kendisini kasabaya giderek, onu o kadar önemsiz olduğu ve gösterebileceği hiçbir şeyi olmadığı için biraz seven biraz da küçümseyen yaşlı kadınlar ve çocuklarla konuşarak eğlendirdi. Fakat ben bu küçük bayanın, kutsal eşyalarına olan minnettarlığı ve ilişkilerinin sağlamlığı ve verimliliğine olan takdiri dışında başka bir düşüncesi olmadığını düşünüyorum. Hayattan hiçbir şey beklemedi ve ummadı. Onunki biraz zayıf ve yenik bir varolmaydı ve onun yapısında uygun onur denilen hiçbir atom yoktu. Fakat bu tüm bunlar için güzeldi. Gözlerinden sonsuz bir şekerlik akıyordu. Çok acı çekti ama asla şikayet etmedi. Yaşamaktan memnundu, dünyayı güzel ve ilginç bir yer olarak gördü ve asla yetersiz payıyla daha büyük zevkler için çekişmedi. Ve bir gün çatı katı odasında hayattan sessizce kayıp gidecek ve garip bir şekilde yası tutulacak ve özlenecek. Bunu hayattaki bir hata olarak görmüyorum ve bunun daha çok zafer gibi bir şey olmadığından emin değilim. Onu bir akşam köşede örgü örerken, söylenenleri derin bir zevkle takip ederken, küçük kuş sesine benzer sözlerini mırıldanırken izlediğimde, beni üzen şeylerin ne kadar azının onu yaralama gücü olduğunu ve onun ne kadar az korktuğunu düşündüm. Gitmek istediğini düşünmüyorum ama ölümden hiç korkmadığından eminim. Ve o yöne gittiğinde, küçük yorgun ve soluk ifadeyi ardında bıraktığında, bu sadece ibikli tarlakuşunun yolun ortasındaki tozdan uçtuğu ve buğulu tepenin kalbine' doğru kanat açtığı zamanki gibi olacaktır.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar: