06/01/2014 15:00
Alm. Kirche (f), Fr. Eglise (f), İng. Church. Hıristiyanların toplu olarak ibâdet ettikleri yer. Hıristiyanlıktaki çeşitli mezheplere mensup toplulukların dînî teşkilâtlarına da kilise adı verilmektedir. Katolik kilisesi, Ortodoks kilisesi gibi.

Toplantı yeri, meydan, toplu ibâdet yeri mânâlarına gelen kilise kelimesi, Yunancada “ekklesia”, Arâmicede “kenişta”, Süryânicede “kenuşta”, Arapçada “kenise” kelimeleriyle ifâde dilmektedir. İlk zamanlar Umûmî olarak Mûsevîlerin, Putperestlerin ve Hıristiyanların ibâdet yerlerine kilise adı verildiği hâlde, daha sonraki zamanlarda Hıristiyanların ibâdet yerlerine özel olarak kilise denildi. Mûsevîlerin ibâdet yerlerine“sinagog” veya “havra” adı verildi.

Îsâ aleyhisselâm Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak vazîfelendirilip, insanları hak dîne dâvet etti. Yahûdîler onun dâvetini kabul etmedikleri gibi, karşı çıktılar. Hattâ hazret-i Îsâ’yı öldürmeye teşebbüs ettiler. Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı göke çıkardı. Hazret-i Îsâ göke çıkarıldıktan sonra Romalılar Kudüs’ü işgâl edip, yaktılar ve yıktılar. Yahûdîlerin kimini öldürdüler, kimini de esir ettiler. Hazret-i Îsâ’ya inananlar etrafa dağılıp Îsevîlik dînini yaymaya çalıştılar. Îsevîlik yayılmaya başlayınca, Yahûdîler, Putperestler, Yunanlılar ve Romalılar hep birleşip bu dînin karşısına çıktılar. Hazret-i Îsâ’nın dînine inananlar yakalanıp öldürüldüler. Hattâ sirklerde vahşi hayvanlara yem oldular. Fakat bu din kendini tanıtmakta ve sevdirmekde gecikmedi. Îsevîler dîni yayışlarını gizli gizli sürdürmeye devâm ettiler. Gizli yerlerde kurdukları mâbetlerde ibâdet ettiler. Fakat Allahü teâlânın gönderdiği bu dînin doğru olarak yayılması ve değiştirilmeden kalabilmesi ancak seksen sene sürebildi. Hak olan Îsevîlik Yahûdîler tarafından sinsice değişirildi. Bolüs adındaki bir Yahûdî, hazret-i Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek hakîki İncil’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp on iki havârîden işittiklerini iddiâ ettikleri bilgileri yazdılar. Böylece İncil adında dört değişik kitap meydana geldi. Bu kitaplara Bolüs’ün yalanları da karıştı. Yunan filozofu Eflâtun’un felsefesine bağlı olan Bolüs; “Îsâ Allah’ın oğludur.” dedi. Şarabın ve domuzun helal olduğunu bildirdi, kıbleyi Mescid-i Aksâ’dan doğuya yâni güneşin doğduğu tarafa döndürdü. “Baba, Oğul, Ruh-ül-Kudüs” adı altında teslis yâni üçlü tanrı inancını Hıristiyanlığa sokuşturdu. Barnabas (Barnabe) adındaki havârî Bolüs’ün yalanlarına karşı çıktı. Hazret-i Îsâ’dan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı ve anlattı. Bu durumda Hıristiyanlar Barnabasçılar ve Bolüsçüler olarak ikiye ayrıldı. Aralarında pekçok münâzara ve muhârebeler oldu. Bolüsçüler yanlış propaganda ve okşayıcı sözlerle Avrupa krallarını elde edip kuvetlendiler.

Roma İmparatoru Büyük Konstantin Putperestken 313 senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. İstanbul şehrini büyütüp îmâr etti ve Konstantiniyye adını verdi. 325 senesinde İznik’te bir konsil toplayarak pekçok olan İncil nüshalarını dörde indirtti. Eski dîni olan Putperestlikten de pekçok şeyi bu İncillere sokturdu. Böylece yeni bir Hıristiyanlık dîni ortaya çıktı. Daha önce gizli gizli mağaralarda ibâdet eden Hıristiyanlar için kiliseler yaptırdı. Ondan sonra gelen Roma ve Bizans imparatorları da birçok kiliseler yaptırdılar. Böylece bir kilise mîmârisi ortaya çıktı. Bu kiliselerin hemen hepsi birkaç küçük değişiklik bir yana bırakılacak olursa yüzyıllar boyunca hep bazilika tipi olarak yapıldı. İlk kiliselerin mîmârî tipi daha sonraki devirlerde, Roma tarzı, Gotik tarzı ve Barok tarzlarında yeniliklerle gelişmeler gösterdi. Hıristiyanların çeşitli sebeplerle mezheplere ayrılmasından sonra, her mezhebin kilise mîmârîsi değişiklikler gösterdi.

Bu arada kiliselerin kutsallığından ve dokunulmazlığından istifâde eden Hıristiyan din adamları özel çıkarlar sağlamaya çalıştılar. Merkezi Vatikan’daki Roma kilisesinin lideri bulunan papa aynı zamanda rûhânî bir devletin başkanı kabul edildi. Papadan sonra sırasıyla kardinaller, piskoposlar ve râhiplerden meydana gelen kilise temsilcileri kendi imtiyazlarını, sosyal, siyâsî ve ekonomik çıkarlarını korumak için halk ve devlet adamları üzerinde baskı kurup Hıristiyanlık adı altında akla sığmaz zulümler, haksızlıklar yaptılar. Allahü teâlâya mahsus olan günah affetmek kudretini kendilerinde gördüler. Para karşılığı günahları affettiler. Hattâ Cennetten yerler sattılar. Hıristiyanlık dînine; papazların evlenmemesi, evlenmiş olan kimselerin katiyen boşanmaması, günah çıkarmak mecburiyeti gibi akıl ve mantık dışı kâideler koydular. Dünyâda yaşamak âdetâ günah sayıldı.

Roma (batı) kilisesi dünyâdaki bütün Hıristiyanların temsilcisi olduğunu savunarak Yunanca Katholikos (Katolik)= evrensel ismini aldı. Roma Katolik kilisesinin tahammülü mümkün olmayan baskılarına dayanamayan İstanbul Patriki Mihâel Kirolarius 1054 senesinde isyân etti. Roma’daki papanın, Îsâ aleyhisselâmın halîfesi ve (ilk papa olarak kabul edilen havârilerden) Petrus’un vekili olduğunu kabul etmedi. Papazların halktan ayrı yaşamaları gibi bâzı aslî meselelerde Roma kilisesine muhâlefet etti. Böylece Katolik kilisesinden ayrılan Şark (Doğu) kilisesi Ortodoks adını aldı.

Tebaasının üçte birini kaybeden Katolik (Roma) kilisesi buna rağmen eski bildiğinden şaşmadı. Daha önceki yoluna devâm etti. O asırlarda Avrupa’da yaşayan hükümdârlar da papanın halk üzerindeki etkisini iyi bildiklerinden kendisine karşı bir hareket gösteremiyorlardı. Görünüşte Avrupa’nın hâkimi hükümdâr ise de, gerçekte tek hâkim kilise mensupları yâni papazlar oldular. İlk zamanlar papaların arzu ve isteklerinin yerine getirilmesi İtalyan hükümdârlarının tasdîkine bağlıydı. Daha sonra papaların nüfuzları o dereceye ulaştı ki, istediklerini imparator yapıp, istemediklerini azlettiler. Diğer taraftan kilise ve hükümdarlar her türlü ilmî düşünceye de karşı çıkmakta idiler. Galileo gibi İslâm âlimlerinden alarak dünyânın döndüğünü bildiren bilgini dinsizlikle itham ederek, sözünü geri almazsa öldüreceklerini söyleyip, tehdit ettiler. İnsanın tüylerini ürperten Engizisyon Mahkemeleri kurarak yüzbinlerce insanı haksız yere ve çok kere sırf servetlerini ele geçirmek için “dinsiz” adı altında türlü türlü işkenceler yaparak öldürdüler.

Halbuki bu sırada İslâm memleketleri, Hıristiyan Avrupa’nın tam tersi bir idâre altındaydı. Arabistan, Irak, Mısır, Türkistan, Emevî ve Abbâsî halîfelerinin idâresiyle her yönden, maddî ve mânevî terakkîler, ilerlemeler kaydetmişti. O zaman, Müslümanlar rûhen huzûr, maddeten de refâh içerisindeydiler. Müslümanlar, İspanya’yı Endülüs Emevî sultanlarının emri altında en güzel şekilde îmâr etmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmışlardı. İlim, sanat, ticâret ve zirâate ve güzel ahlâka önem verilmişti.

Endülüs’te (İspanya’da) ortaya çıkan bu parlak medeniyet, Endülüs dışına taşarak Avrupa’ya yayıldı. Endülüs’teki medeniyeti gören kâbiliyetli bâzı Avrupalılar ortaya çıktı. İslâm âlimlerinin kitaplarını Avrupa lisanlarına tercüme ettiler. Bunların tercüme ve telif ederek neşr ettikleri kitaplar sâyesinde Avrupa halkı uyanmaya başladı. Nihâyet 1517 senesinde Almanya’da Martin Luther adında bir papaz ortaya çıkıp, Roma Katolik kilisesinin akla uymayan birçok esaslarına karşı çıktı. Hıristiyanlığın bir mezhebi olan Protestanlığı kurdu. Bu mezhebi temsil eden kiliseye İncil kilisesi adı verildi. Papaya düşman olduğu gibi, İslâmiyetin de azılı bir düşmanı olan Martin Luther çok kitap yazarak Hıristiyanları papaya karşı kışkırttı. Katolikler ile bu protestocular arasında büyük kanlı çarpışmalar oldu.

Martin Luther’den sonra ortaya çıkan Kalvin, Luther ile birlikte Katolik kilisesine karşı çıkmakla berâber, bâzı meselelerde ona muhâlefet etti. Luther ve Kalvin, Katolik kilisesinin ibâdet, îmân şekillerini reddettiler. Papanın Petrus’un vekili ve Îsâ aleyhisselâmın halîfesi olduğunu kabul etmediler. Luther ve Kalvin’in peşinden gidenler, “karşı çıkanlar” mânâsında Protestan diye isimlendirildi.

Katolik kilisesinin lideri olan papa, zamanındaki Katolik kralların askerî kuvvetlerini kullanıp, Protestanları kılıçtan geçirtti. Bu ise Protestanlığın İngiltere ve Amerika’da da yayılmasına ve yeni taraftarlar bulmasına sebeb oldu. İngiliz Kralı Sekizinci Henry de Luther gibi papaya isyân etti. Onun teşviki ve zoru ile Anglikanizm (Anglo-Amerikan) kilisesi kuruldu (Bkz. Anglikanizm). İngiltere’deki Protestanları temsil eden kiliseye Anglikan kilisesi Protestanların kiliselerine de umûmî olarak Protestan kiliseleri adı verildi.

Katolik kilisesi diğer din mensublarını da Hıristiyanlaştırmak gâyesiyle dünyânın her tarafında husûsî katolik mektepleri kurdu. Misyoner ismi verilen çok mutaassıp papazlar yetiştirdi. Bunları bölük bölük Amerika, Japonya, Çin ve İslâm memleketlerine gönderdi.

Katolik kilisesinin, Katolikliği yaymak için misyonerler yetiştirerek faaliyete geçmesi üzerine, Protestan kiliseleri de, buna karşı boş durmadılar. Çeşitli yerlerde cemiyetler kurarak çok büyük sermâyeler topladılar. Dünyânın her yerine Protestanlığı anlatan kitaplar ve misyonerler gönderdiler. Gerek Katolik kilisesine, gerekse Protestan kiliselerine bağlı misyonerler Osmanlı Devletinin, eskiden beri İslâmiyetin dışındaki diğer dinlere tanımış olduğu gâyet müsâmahalı (toleranslı) serbestlikten istifâde etmesini çok iyi bildiler. Osmanlı Devletinin himâyesinde olan memleketlere sızdılar. Değişik yerlerde mektepler kurarak güyâ insanlığa hizmet için halkın çocuklarını bedâva okutuyoruz diyerek bâzı câhilleri aldattılar. Bilhassa Protestanlık kiliselerinin maddî sermâyesi çok büyük olduğundan Protestanlığı kabul edenlere aylık ve yıllık maaşlar bağladılar. Bununla da kalmayıp elçilik ve konsolosluklar vâsıtasıyla kendilerine tâbi olup Protestan olanlara çeşitli devlet kademelerinde, imtiyazlı vazîfeler almalarına yardım ettiler. Anadolu ve Rumeli’deki Osmanlı tebaasından bâzı saf Hıristiyanları kandırıp kendilerine bağlamaya muvaffak oldular. Buna karşılık Katolik, Ortodoks ve Protestan kiliseleri arasındaki inanış ve ibâdet esaslarıyla ilgili izah edilmeyen farklılıklar İnciller arasındaki birbirini nakzeden bilgiler kiliseler arasındaki anlaşmazlık ve kıyasıya mücâdeleler ve kilise mensupları arasında büyük kanlı çatışmaların olması, birçok Avrupalı aydının kiliselerini bırakıp İslâmiyeti severek kabul etmesine sebeb olmuştur.

Hıristiyanların kendi mezhebinden olmayanlara dahi hiçbir müsâmaha tanımadığı, beldelerini harap ettiği devrede İslâm dîni, bir İslâm ülkesinde vatandaş olarak yaşamayı kabul eden Hıristiyanlara ve Yahûdîlere ibâdet hürriyeti tanıyarak kilise ve havralarının yıkılmamasını emrediyordu. Peygamber efendimizin bütün Müslümanlara hitâben yazdırdığı mektubu bunun en büyük delilidir. Peygamber efendimiz bu mektubunda şöyle buyurmaktadır:

Bu yazı Abdullah oğlu Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Müslümanlara verdiği sözü belirtmek için yazılmıştır. Şöyle ki: Allahü teâlâ kendisini rahmet ile müjdelemiş, insanlar üzerindeki emâneti muhâfaza edici kılmıştır. İşte bu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), bu yazıyı Müslüman olmayan bütün kimselere verdiği ahdi tevsik (vesikalandırma) için kaleme aldırdı.

Her kim bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun, Allahü teâlâya karşı isyân ve din-i İslâm ile istihza (alay) etmiş sayılır ve Allahü teâlânın lânetine lâyık olur.

Eğer Hıristiyan bir râhib (papaz) veya seyyâh (turist) bir dağda bir derede veya çöllük bir yerde veya bir yeşillikte veya alçak yerlerde veya kum içinde ibâdet için perhiz yapıyorsa, kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle berâber onlardan her türlü teklifleri kaldırdım. Onlar benim himâyem altındadır. Ben onları, başka Hıristiyanlarla yaptığımız ahdler mucibince ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden affettim. Harac vermesinler veya kalpleri râzı olduğu kadar versinler. Onlara cebretmeyin, zor kullanmayın. Onların dînî reislerini (başkanlarını) makamlarından indirmeyin, onları ibâdet ettikleri yerden çıkarmayın. Bunlardan seyâhat edenlere mâni olmayın. Bunların manastırlarının kiliselerinin hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp, Müslüman mescitleri için kullanılmasın. Her kim buna riâyet etmezse Allahü teâlânın ve Resûlünün kelâmını dinlememiş ve günâha girmiş olur (...) Hıristiyanların kendi kiliselerine gidip, kendi dinlerine göre ibâdet etmelerine mâni olmayın...

Görülüyor ki, sevgili Peygamberimiz başka dinden olan kimselere son derece merhamet ve şefkatle muâmele edilmesini ve onların mâbedlerinin muhâfaza edilmesini emretmektedir. Hazret-i Ömer halîfeliği sırasında Kudüs’ü fethettiği zaman İlyâ (Kudüs) ahâlisine şu emannâmeyi vermişti:

“İşbu mektup Müslümanların emîri Ömer-ül-Fârûk’un İlyâ ahâlisine verdiği emân mektubudur ki, onların varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları, sağlam olanları ile diğer bütün milletler için yazılmıştır. Şöyle ki: Müslümanlar onların kiliselerine zorla girmeyecek, kiliseleri yakıp yıkmayacak, kiliselerin herhangi bir yerini tahrib etmeyecek mallarından bir habbe (tânecik) bile almayacak, dinlerini ve ibâdet tarzlarını değiştirmeleri ve İslâm dînine girmeleri için kendilerine karşı hiçbir zor kullanılmayacaktır(...). Allahü azimüşşânın ve Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemin emirleri ve bütün İslâm halîfelerinin ve umûm Müslümanların verdiği sözler işbu mektupta yazılı olduğu gibidir.”

Yukarıdaki vesikalar gösteriyor ki, hakîkî Müslümanlar, diğer bütün dinlere karşı büyük bir müsâmaha göstermişler, değil Hıristiyan ve Yahûdîleri zorla Müslüman yapmak ve onların ibâdethânelerini tahrib etmek, aksine onlara yardım, hattâ kiliselerini tâmir etmişlerdir.

Ancak herhangi bir Hıristiyan şehri harb yoluyla fethedildiği zaman, o şehrin en büyük kilisesi zafer şükrânesi olarak câmiye çevrilmiştir.

Müslümanlar kiliselere hakâret etmezler, ancak câmilere duydukları hürmet ve tâzimi bunlara göstermezler. Müslümanın kiliseden yardım istemesi papazlardan duâ istemesi gibi olup dinden çıkmasına sebeb olur.

Önceki
Önceki Konu:
Tebe-i Tabiın
Sonraki
Sonraki Konu:
Selim Han-ııı

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu