08/12/2009 20:17
Mısır Kuzeydoğu Afrikada olan bir devletir, Nil'in aşağı çığırının her iki yanınada uzanır.Asya, Akdeniz ve Kızıldeniz arasında tabii bir kavşak olan masa biçiminde bir çöldür; halk 5 000 km güneyde doğan Nil'in alüvyonlu vadisi boyunca toplanmıştır.

Araştırmaların çoğalması, metin yayımcılarının faliyeti ve tarih metotlarının gelişmesi sayesinde firavunları ve Mısır'ı günden güne daha iyi tanıyabiliyoruz. Bununla birlikte Nil vadisindeki ve komşu çöllerdeki arkeloji araştırmaları henüz sonuca ermekten çok uzaktır ve bulunan malzemelerin sistemli bir şekilde incelenmesi henüz çok eksiktir.M.Ö.3000'den eski olan herşey için, Mısır'ın tarihöncesi ancak varsayımlara dayanarak canlandırabilir. Antropologlar Mısır'ın eski halkının akdeniz ırkından bir kolun, zenci unsurla karışmasından meydana geldiğini kabul ederler. Tarih çağında yerleşen yabancı halkların (filistinli istilacılar veya Hyksoslar ; Yunanlılar, Araplar ; Libyalı ve asyalı esirler) katkısına (çok sınırlı olduğu sanılır) rağmen, mısır halkının fiziki özellikleri Eskiçağdan beri çok az değişmiş gibidir; bu özellikler bugün hem Kıptelerde hem de müslüman Araplarda yaşar. Beşeri faliyeti en eski izleri, vadi ve çöllerin yüksek taraçalarındaki paleolitik merkezleridir. Mısır'da yerleşmenin çok ağır ve karışık bir şekilde olduğu sanılır; sınır bölgeleri çölleştikçe insanlar, alüvyonlaşma yoluyle yavaş yavaş meydana gelmekte olan Nil'in alçak yovasına göçüyorlardı. Yontma Taş devrinden kalma bir çok arkeolojik yer bulunması (Fayyum, Merimde merkezleri; kuzeyde Badari, Gerze ve Nagada denen medeniyetler), sanatları ve ölü gömme şekilleri bakımından az çok farklı orijinal kültürlerin birbirini takip etiğini veya bir arada yaşadığını ortaya koydu. Bu merkezlerde tehniklerin genel gelişmesi gözlenebilir: çanak çömlek, dokumalar, deri işçiliği, hayvancılık, tarım, resim, sert taşlardan kaplar yontma ve maden işlemeciliği. Maden kullanımı hep sınırlı kaldı ve firavunlar medeniyeti, varlığı boyunca bir taş ve toprak medeniyeti oldu.

Mahalli yıllık yazarlarına göre tarihöncesi Mısır'ı, önce tanrısal yaratıklar, sonra "Horosun izleyicileri" denen yarı - kahraman sülâleler tarafından yönetildi. Dini metinler, ilkel inaçların ve âyin usullerinin izlerinin yanı sıra, yukarı dönemler boyunca ülkenin siyasi ve sosyal durumu üstüne daha gerçek bilgiler de verir.Çeşitli şehirlerin din ayrılığının, Tarihöncesinde kendi inançları olan bölgesel gruplaşmaların varlığını gösterdiği kabul edilir; sayısı kırk kadar olan başlıca siyasi birimlerin, daha sonraları firavunlar devletinin geleneksel illeri (veya nomos) haline geldiğine ve kabile alemlerinin bu illerin alemleri olduğuna inanılır.Bazı araştırmacılar Mısır'ın siyasi bakımdan ilk olarak M.Ö.IV. binyılda birleştirildiğini kabul ederler. Bu binyılın sonuna doğru, ülkenin iki büyük krallığa bölünmüş olduğu hemen hemen kesinleşmiştir. Aşağı Mısır krallığının başkentleri Boton ve Says idi; korucu tanrısı kobra yılanıydı; kralları kırmızı taç giyerdi. Yukarı Mısır krallığının başkentleri Hiarekonpolis ve Nehep idi; tanrıçası dişi akbabaydı; kralları beyaz taç giyerdi. M.Ö.3000'e doğru Güney kralı Narmer, Kuzeyin fethini tamamladı. Tarih dönemi o tarihte, Manethon'un sınıflamasını yaptığı otuz firavun sülalesinin ilkini kuran meşhur Menes ile başladı. I.Sülâle ve II.Sülale (3000-2678), Thinis bölgesi asıllıydı; bu sülaleler Abidos, Sakkara, Hilvan v.b.'de yapılan kazılarla tanındı. O dönemin kral ve prens mezarları, firavunlar Mısır'ının kurumlarının ve kültürünün daha o tarihte hemen hemen yerleşmiş olduğunu ortaya koydu.

Bilgin vezir İmhotep'in büyük taş mimariyi önemli ölçüde geliştirdiği III.Sülâle devrinde Eski İmparatorluk dönemini (2278-2423) meydana getiren Menfis sülâleleri dizisi başladı. Bu dönemin kralları kendilerine mezar olarak Gize (Cize), Ebukir ve Sakkara piramittlerini yaptırdılar. Kralların en meşhurları olan Snefru, Keops, Kefren ve Mikerinos, IV.Sülâledendir. Onların ve V.Sülâle krallarının zamanındaki komşu çöllerdeki madenleri işleten ve Nübye ile ticaret yapan Mısır çok kuvvetlendi ve zenginleşti. Bununla birlikte VI.Sülâle zamanında Menifislilerin merkeziyeçi ve bürokrasiye dayanan krallığı gerilemeğe başladı. Kuzeyde, alt sınıfların yükselmesinin sonucu olan bir sosyal devrim patlak verdi. Eyalet valileri güneyde prens sülâleleri kurdular. VII. ve VIII. Menfis sülâleleri dönemi hakkında pek bilgi yoktur. Herakleopolis'li iki sülalenin (IX. ve X. yy.), Orta ve Aşağı Mısır'da düzeni yeniden saladığı sanılır. Herakleopolis ile yapılan bir dizi savaştan sonra Teb prensleri, Orta İmparatorluğu kurarak ülkede birliği sağladılar. Daha az merkeziyetçi bir krallık olan ve orta sınıfların yükseldiği Orta imparatorluk dönemi XI.,XII.,XIII. ve XIV.Sülâleleri (2100- yaklş. 1700) kapsar. XII.Sülâleden Ammenes ve Seostris Nil'in üçüncü şelâlesine kadar Nübye'ye hakim olan ve etkisini Sriye'ye kadar genişleten zengin bir ülkeyi yönettiler.Halefleri zamanında Mısır'ın gerilemesinin sebebi bilinmez. Bu zayıflıktan yararlanarak Deltaya sızmış olan filistinli kalibeler, 1700'e doğru iktidarı ele geçirdiler Hyksoslar denen bu kabilelerin önderleri XV. ve XVI. Sülâleleri kurdular. Bununla birlikte Teb'de, tebli bir sülâle (XVII.Sülale) hüküm sürdü. Kames tarafından kuzeye doğru püskürtülen Hyksoslar, M.Ö.XVI. yy.'da Yeni İmparatorluğu başlatan tebli firavun Ahmes tarafından Asya'ya kovuldular.XVIII.Sülâlenin ilk firavunları olan Ahmes, Amenofis I. ve Tutmes I. (1530-1520), kurtuluş savaşlarından yorgun düşen kralığı yeniden teşkilatlandırmak zorunda kaldılar. Görünüşte ilk Teblilerikinden daha az liberal bir mali ve idari sisteme dayanan Mısır sülâlasi, yaniden parlak bir dönem yaşadı;meslekten meydana getirdiği güçlü bir ordu sayesinde, Tutmes I.'den itibaren büyük bir fetih siyasetine girişti.beşinci şelâleye kadar Sudan, "Kuş kral" naibi tarafından sertikle yönetilen bir sömürge haline geldi. Firavunların en başarılısı olan Tutmes III. (1504-1450) ile oğlu Amenofis II. bitmek bilmeyen askeri müdaheleleri, Mısır'ın yirmi otuz yıl süreyle Suriye'yi (Toroslara ve Fırat'a kadar) kontrol etmesine imkân verdi. Şatafat düşkünü Amenofis III. (1408-yaklş.1372) aynı enerjiyi gösteremedi: Hititlerin hücumlarıyle Kuzey Suriye'yi elden kaçırdı. Bununla birlikte fetihçi kraların dindarlığı, Teb tanrısı ve sülâlenin koruyucusu olan amon dini rahiplerinin ölçüsüz bir şekilde zenginleşmesine yol açmıştı. Kendinden önceki firavunlar bu rahip sınıfının gücünü ve itibarını kurnazca sınırlamakla yetindikleri halde, ilâhiyatçı prens Amenofis IV.(1372-1354), hem tanrı hem de din adamlarıyla ilişkisini kesti. Güneş tanrısı yerine, güneş kursunun kendisine tapan Heliopolis'li bazı ilâhiyatçların yolundan yürüyen Amenofis IV., başkentini Tell-el-Armana'ya naklederek Akhenaton adını aldı. Sapkın hükümetin dış siyaset alanındaki pasifliğinden yararlanan Filistin, Hititlerin yardımıyla ayaklandı; Amenofis IV.'nün ölümüyle din devrimi sona erer ermez, Tuthakamon'un generali (sonra kral oldu) Harmhabi duruma müdhale etmeseydi, Suriye, Mısır boyunduruğundan kurtulacaktı.

XIX.Sülalenin ilk kralları olan Sethi I. ve Ramses II. de (1312-1235), Harmhabi gibi gibi askeri sınıftandılar; Filistin'i muhufaza edebilmek için Hititlere karşı savaştılar ve Aşağı Mısır'ı tehdit eden büyük libya kabilelerini başarsızlığa uğrattılar. Kadeş yarı-zaferini kazanan ve Hititlerle barış yapan meşhur Ramses II. zamanında, Yeni İmparatorluk Mısır'ı, son parlak dönemini yaşadı. Ramses'in oğlu Meneptah, çok büyük bir libya akınını güçlükle püskürtü. XX.Sülalenin ikinci kralı olan Ramses III.(1198-1166), ege halklarının bir istilâsını ve Libyalıların hücümlarını Mısır sınırında durdurdu. XX.Sülale Ramses'leri zamanında güçlü imparatorluk olma durumunu kaybetmeğe başlayan kralıkta, siyasi anarşi başladı: komplolar, mezarların yağmlanması, yönetimin yozlaşması, paralı askerlerin ve amon rahiplerinin önderi haline gelen askeri kumandanların gücünün artması. 1100'e doğru, Tanis'li Smedris, XXI.Sülâleyi başlatırken, general Herihor Teb'de bağımsız bir amon başrahipleri sülâlesini kurdu. Dört yüzyıl boyunca Mısır başrahiplerle libyalı askerlerin elinde karışık bir dönem yaşadı. Bunlardan biri olan Masauaşalar kralı Şeşank, XXII.Sülâleyi(Bubastis) kurdu; düzeni geçici olarak sağladı ve M.Ö.93'a doğru Kudüsü yağmaladı. Sonradan XXIII.Sülâle (Tenis) zamanında Mısır, muhtar ve rakip prensikler ve krallıklara bölündü. VIII. yy. ortasına doğru, ülkede dördü firavu unvanı taşıyan yirmi kadar hükümdar vardı.

Bu arada XII. yy. sonundan beri bağımsızlığına kavuşmuş olan Sudan'da yerli Napata prensleri güçlü bir devlet kurmuşlardı. Karışıklıktan yararlanan sudanlı firavun Pianhy, Yukarı Mısır'ı ilhak etti ve Delta'yı almağa çalıştı. Ama Tefnakht ve Bokernanef sais'leri Sülâleden Sudan firavunları, kadın akraba (XXIV.Sülâle), habeş tehlikesini savuşturdular. 1715'te habeşistanlı Şabaka, sais monarşisini devirdi ve Sudan ve Mısır'ı tek bir imparatorluk halinde birleştirdi. XXV.Sülâleden Sudan firavunları, kadın akrabalarını "Amon hayranı rahibeler" (tanrının karıları) adıyla Teb'e yerleştirerek, Yukarı Mısır'a savaşmaksızın hakim oldular; ama XXVI.Sülâleden sais krallarının ve mahalli prenslerin direndikleri Delta bölgesini kontrol altına alamadılar ve Sargon sülâlesinden Asur krallarının Afrika'ya yaptıkları hücümlara karşı koyamadılar. 670'te firavun Taharka'yı yenen Asarhaddon, Delta'yı Ninova'nın bir himaye bölgesine getirdi; Asurbanipal, habeşistanlı Tanutamon üstündeki hâkimiyetini kaybetmedi. Asur garizonları Nil kıyısında uzun süre kalmadı. Sais kralı Psammetik I, Asurları bölgeden çıkardı, mahalli prensikleri yıktı ve ayrı bir kralık kurdu. Bütün ülkeye hakim olan XXVI.Sülâle kraları, paralı askerlere ve yunanlı kolonlara dayanarak Habeşlerin başlattığı kalkınmayı devam ettirdiler. Babilin genişlenmesine karşı mücadele eden Neko II, 608-604 arası eski Tutmes III. İmparatorluğununu tamamına sahip oldu; ama Kargamış'ta Nabukodnosor'a yenilince fethettiği bütün toprakları bir anda kaybetti; vârisleri Filistin'i Kaldelilerden kurtarmağa çalıştılarsa da başaramadılar; ama Psammetik II, Sudan'a parlak bir sefer yaparak Habeşlerin hücumunu önlemeye başardı. Ahmes(570-526), Perslerin ilerlemesini önleyemedi; oğlu Psammetik III, 525'te Pelusium'da Kambyeses'e yenildi ve kralığı bir satraplık haline getiren Akamanışlar kazançlı bir şekilde sömürerek XXVII.Firavun sülâlesini kurdular. Perslere yerleştirdiği yahudi askerlerin halkın düşman olması, bunların milli inançları küçümsemeleri ve ağır vergiler yüklemeleri, Dara I'in uzlaştırıcı siyasetinin olumlu bir sonuca varmasını engelledi. 404'te Amyrtaios (XXVIII.Sülâle), işgalcileri kovdu. Altmış yıldan uzun süre Mendes sülâlesi (XXIX.Sülâle), sonra da XXX. Sebennytos sülâlesi, Akamanışlara başarıyla direndiler. Firavunlar Mısır'ı canlılığını bir kere daha ortaya koydu. Sonunda 341'de Artakserkses III, bağımsız Mısır'ın son hükümdarı Nektanibis II'yi kovdu; ama ikinci pers hakimiyeti çok kısa ömürlü oldu: İskender 332'de Dara III'ten Nil vadisini aldı.

Mısır Medeniyeti Firavunlar zamanında en geliştiği ve en çok zenginleştiği dönemini yaşadı.Fakat Mısır son hükümdarı Nektanibis II'nin kovunmasıyla bağımsızlığını 1953'e kadar bekledi.Firavun döneminden ve cumhuriyet dönemine kadar Mısır her zaman öbür büyük devletlerin ilgisini çekiyordu.Böylece Mısır ilk önce Pers hakimiyetinin altındaydı.Daha sonra Mısır'ı Persler'den alan Makedonya'lı İskender Mısır'a Yunanlıların yönettiği dünyayı yaşattı (M.Ö.332-30). Yunanlılardan sonra Mısır yine eski bir Avrupa medeniyetinin yönetimindeydi. Ama bu sefer Yunanlıların yerine Romalılar gelmişti ve hükümdarlıklarını M.Ö.30-M.S.395 yılına kadar sürdürdüler. Romalıların ikiye bölünmesiyle Mısır'a Bizanslılar hakim çıktı(395-642). Bizanslılardan sonra Mısır'da Araplar ve Türkler hakimiyetlerini sürdürdüler.Sonunda Mısır Firavunlar döneminden sonra bağımsızlığına ilk kez 18 Haziran 1953 yılında cumhuriyetin ilânıyla hisseti.

Mısırlar daha ilk çağlardan itibaren, sanat alanında da yetenekli olduklarını ispatladılar. Eserlerine, ülke sınırlarının sonsuzluğunu, dini inanışlarının huzur ve düzenin, ülkenin kaderine hükmeden kurumların kudretini ve bunlar arasındaki dayanış mayı dile getirebilmişlerdir. Mısır sanatının amacı estetik bir eser yaratmak değil, ölümsüzlüğü gerçekleştirebilmek için ölmez'i yaratmak doğru'ya ulaşmaktı; aksi halde, âyinlerde kullanılan anıt ve eşyanın kendine has bir varlık kazanması imkânsızdı. Nil vâdisindeki bütün sanat esrlerine az veya çok belirli bir biçimde, hep bu anlayışın getirdiği çizgilerle, ölümden sonra kaybolma korkusundan kaçınma isteği göze çarpar. Eski Mısır Medeniyetinin bıraktığı en büyük sanatlardan şüpesiz piramitlerdir. Piramitler basit aletlerle, katı biçimde düzenlenmiş şantiyerlerde inşa edildi. Hırsızlara yolunu şaşırtan karmaşık koridorlar ağını ve odaları örten dev taş blokların üst üste konulması ile yapılan piramitler, Nil Nehri'ne doğru çıkıntı yapan kayalık bir plato üzerinde kuruldu. Taşkınlar sırasında çalışma daha kolay oluyordu.

Mısır tarihi heykeller ve alçak kabartmalar sayesinde yüzlerini ve II. Ramses'in Kadeş Savaşı'nı anlatan öyküsel anlatılarla da bazı hareketlerini tanıdığımız kişiliklerle damgalanmıştır. Bazı firavunlara ait mumyalar eskiden mezar hırsızlarından korunmak için saklandıkları yerlerde bulunmuştur. Ber yıl binlerce turist eski mısır döneminden kalma, zamana karşı koymuş anıtları ziyarete gelir. Büyük taş tapınaklar, bugün yok olmuş bir tapınağın girişini bekleyen dev Memnon heykelleri, zengin biçimde süslenmiş mezarlar Eski Mısırlar'ın tanrılarına olan balılıklarının ve ölümden sonraki yaşama olan ininçlarının ispatıdır. Ama kendi hayatlarına dair neredeyse her şey, topraktan yapılma evler ve saraylar yok olmuştur.

Mısırlılar, her tanrının görev ve gücünü açık bir şekilde tanımlamak veya kendilerini bu tanrılara bağlayan bağları hassas biçimde kurmakla fazla uğraşmazlardı. Mısır tanrıları üstün kişliklerdi. Onlar insanlardan önce sahip olamayacağı ölçüde büyük bir güce sahiplerdi.Bununla birlikte bazı tanrıların kesin görevleri vardı. Thot, bilimlerin koruyucusuydu. Montu,savaşçı bir tanrıydı. Atum, Ptah ve Khnum gibi bazılarının dünyanın yaratılmasında rolü olmuştu. Genellikle her tanrı, tapınağını bulunduğu şehre bağlıydı. Memfis'te Ptah'ın, Sais'te Neith'in tapınağı vardı. Bazen, aynı tanrının birden çok şehirde tapınağı bulunabilirdi. Örneğin teb bölgesinde Montu'ya ait dört tapınak vardı. Eğer bazı tanrılar, örneğin Amon gibi, saltanattaki sülâle tarafından koruyucu olarak benimsediyse bunlara tüm ülkede kült sunulurdu. Ölüler Ülkesi'nin Kralı Osiris'in Abydos'taki tapınağı, Mısır'ın her köşesinden ölümsüzlük isteyen hacıları kendine çekerdi.

Mısırlıların çok ilgi çekici cenaze törenleri vardı. Onlar ölüyü ilk önce mumya yapıyordu. Mumyalama tehniklerin amacı, ölen kişinin hayattayken sahip olduğu görünüşü korumasını sağlamaktı. Vücut önce içorganlarından ve suyundan arındılır, üzerine güzel kokular dökülür, çürümeyi engellemek için hoş kokulu ve şifalı bitkilerle doldurulurdu. Daha sonra, şeritler kullanılarak özenle sarılan mumya, koruyucu muskalarla kaplanırdı. Ama bu da yaterli değildi. İç içe konulan birçok tabuta yerleştirilen mumya son olarak en azından kral ve hanedan soyundan gelenler için bir lahitin içine yerleştirilirdi. Her lahitin üzerine ölen kişinin tasviri yontulurdu. İçorganların konduğu kanopsalar, ölünün hizmetçiliğini yaptığına inanılan küçük heykelcikler, cenazeye göz kulak olurdu. Tüm bu eşyaların üzerine yazılar veya sembollerle dolu etiketler bulunurdu.

Mısır'da kâtipler ve yazmayı bilen herkes, bu bilgilerinden ötürü saygın kabul edilirdi. Bir bakıma, Mısırlılar daha sonraları Yunanlılar'da olduğu gibi soyut düşünce üretememişti. Onlar uygulama ve deneyime yatkın kişilerdi: Bilimsel araştırmaları, deneylere dayanarak keşfedilen "gizleri" açıklayan genel matematik kuralları geliştirmekten çok yeniden kullanmaya elverişli emin ve denenmiş çareler bulmaktan ibaretti. Demek ki, Mısırlılar, dev anıtlarına bakılarak kendilerine yakıştırılan yaygın ve kesin bilgilere rağmen bilimadamından çok teknisyendi: Gerçekte mimarlar rastlantılara göre inşaat boyunca planlarını sık sık değiştirirdi.

Eski Mısır dili, akrabası olduğu günümüz Arapçası ve İbranicesi gibi, Sami dillerindendi. Ancak, birer alfabeleri olan Arapça ve İbranicenin tersine Mısırca, fonetik işaretler karışımı (bir işaret = basit veya karmaşık bir ses) ve ideogramlar

(bir işaret = bir düşünce) ile yazılırdı. Bu da aşağı yukarı 700 hiyeroglif demekti. Oldukça doğalcı olan görünüşleri, (kuş, yılan,insan, çeşitli eşyalar) Avrupalı bilginlerin, uzun süre bu işaretlerin simgesel bir değeri olduğunu sanmasına yol açtı. Gerçek, 1822 yılında Champollion tarafından keşfedildi. M.Ö.3200 yılına doğru bulunan hiyeroglif yazısı büyük bir değişikliğe uğramadan M.S.III. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Estetik işaretlerden oluşan yazı değişik yerlerde kabartma olarak kullanıldı: Tapınaklar, mezarlar, heykeller ve daha bir çok başka eşya. Daha çok resmi ve dini metinlerde kullanılırdı. Hiyeroglif, gündellik kullanım için rahat olmadığından, kâtipler "hiyeratik" adı verilen basitleştirilmiş işaretlerden oluşan ve daha siklıkla kıllanılan bir yazı geliştirdiler. Hiyeratik, mektup yazımında, idari hesap ve sözleşmelerde kullanılırdı. Kâtipler yazılarını papirüs, taş ve çömlek parçaları üzerine siyah veya kırmızı mürekkeple yazardı.

Mısırbilimcilerden oluşan uluslararası ekipler Mısır Eskiçağı Örgütü'nün izniyle Nil Vadisi'ndeki büyük sitelerde çalışmalarını sürdürür. Kazı tehnikleri zarar verme kaygısıyla gelenekselliğini korusa da, araştırma yöntemleri (toprak altında kalan yapıların belirlenmesi) yüzeylerin elektrik ve manyetik ölçümleriyle gelişme kaydetmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde kimi defalar bilişiminden de faydalanır.

Önceki
Önceki Konu:
İznik

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar:
Son Ziyaretler: