16/04/2014 7:30
Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin yüksek mânâsını anlayan ve anlamak için bütün gücüyle çalışan büyük İslâm âlimi. Müctehid, ictihad eden kimse demektir. İctihad, sözlükte gücü, kuvveti yettiği kadar zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. Dinde ictihaddan maksat, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden, mânâları açıkça anlaşılamayanları açıkça bildirilen diğer dînî hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya, uğraşmak, çalışmak demektir (Bkz. İctihad). Müctehid âlimlerin her birisi, mezhep imâmıydı. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş işleri yapmakta da, birbirlerine uygundular. Kur’ân-ı kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmemiş bir şeye inanmayı dînimiz emretmiştir. Fen bilgilerinin çoğu böyledir. Bunlardan akla uygun olanlara inanınılır. Açıkça emir ve yasak edilmemiş işlerse böyle değildir. Böyle işleri yapıp yapmamakta, açıkça bildirilenlere benzetilmelerini, Allahü teâlâ derin âlimlere emretmektedir. Bu benzetmeyi yapabilecek derin âlimlere “Müctehid” denir. Bu benzetme işine “İctihad” denir. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Bunlardan dört tânesi, Peygamberimizin Kur’ân-ı kerîmden çıkardığı mânâları, bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplamışlar, kitaplara geçirmişlerdir. Müctehid, olmayan Müslümanlar da bunların mezhebine uyarak doğru yolu bulmuşlar ve böylece İslâmiyete tâbi olmuşlardır (Bkz. Mezhep). Müctehid din imâmlarına (âlimlerine) uymak, onların ictihadları ile amel etmek Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uymanın aynısı sayılır. Büyük tefsir âlimi Kâdı Beydâvî buyuruyor ki: “Dînî hükümlerde, Peygamberlere ve müctehidlerin doğru, sağlam delilleriyle bilinenlere uymak, hakîkatte onları taklid değil, Allahü teâlânın indirdiğine, yâni Kur’ân-ı kerîme uymaktır. Çünkü “Bilmiyorsanız, ilim ehline (müctehid âlime) sorunuz.” meâlindeki âyet-i kerîme buna işâret etmektedir.”

Müctehidde bulunması gereken şartlar: Bir kimsenin müctehid olabilmesi için Arab dilini bilmesi ve kelime mânâlarını ezberlemiş olması, lehçe farklarını, kelimelerin, hakîki ve mecaz mânâlarını bilmesi, fıkıh âlimi olması, hükümlerin delillerini bilmesi, Kur’ân-ı kerîmi ezberlemiş olması, kıraat şekillerini bilmesi, Kur’ân-ı kerîmin bütün âyetlerinin tefsirlerini bilmesi, âyet-i kerîmelerin hüküm bildirenlerini, geçmişten haber verenlerini, nüzûl sebebini yâni hangi hâdise üzerine ve ne için indiğini, hükmünün kaldırılıp, kaldırılmadığını bilmesi lâzımdır. Hadîs-i şerîflerin sahihlerini, uydurmalarını, çeşitlerini, râvîlerini, yâni kim nakl etmişse onu bilmesi ve tanıması, hadîs-i şerîfin niçin, nerede ve ne zaman söylendiğini bilmesi, Kütüb-i Sitte ve diğer hadis kitaplarında geçen yüzbinlerce hadîs-i şerîfi, rivâyet edenlerle birlikte ezberlemesi lâzımdır. Ayrıca verâ sâhibi, nefsi tezkiye bulmuş, sâdık, emin olması lâzımdır. Bunun yanında, zamânın fen bilgilerinden de yeteri kadar bilmesi şarttır. Bütün bu üstünlükleri bulunan bir zât taklit olunabilir. Fetvâ verebilir. Bunlardan biri bulunmazsa, müctehid olamaz. Dinde söz sâhibi olamaz. Onu taklit etmek câiz olmaz. Bunun bir müctehidi taklit etmesi lâzım olur. Bundan anlaşılıyor ki, Müslümanlar ya müctehiddir yâhut mukalliddir. Bunun bir üçüncüsü yoktur. Müctehid olmayanların hepsi, mukalliddir.Mukallidlerin, bir müctehidi taklit etmeleri farzdır. Böyle olduğu sözbirliğiyle bildirilmiştir.

Bir müctehid, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden kendi ictihadı ile çıkardığı hükümlere tâbi olur. Başka bir müctehidi taklit edemez. Müctehidin ictihadında yanılması affedilir. İctihadındaki hatâsına bile sevap verilir. İctihadlarındaki ayrılıkları Müslümanlara rahmettir. Bu hususta Peygamber efendimiz buyurdular ki:

Ümmetimin müctehidleri arasındaki ayrılık rahmettir.

İctihad edip doğruyu bulan müctehide iki veya on sevap, hatâ ederek yanılana bir sevap verilir.

Büyük müctehidler: İslâm âleminde sayısız müctehid âlimler yetişmiştir. Resûlullah’ı hayattayken görmekle şereflenen ve O’na îmân eden Müslümanların, yâni Eshâb-ı kirâmın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyâset, idârecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf mârifetlerinde birer deryâ idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resûlullah’ın mübârek cemâlini görmekle ve kalplere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Çünkü hepsi Resûlullah’ın sohbetinde yetişip mezhep imâmlarından da üstün oldular. “Eshâbımın hepsi gökteki yıldızlar gibidir.Hangisini taklit ederseniz, hidâyete kavuşursunuz!” hadîs-i şerîfiyle medh ve senâ olundular. Hepsi murâd-ı ilâhiyi anlardı. Kitapta ve sünnette açık bildirilmemiş olan mesele için de âyet veya hadisten delil arayıp, bulup ictihad ederek, hükmünü çıkarırlardı. Birbirini taklit etmeleri lâzım ve câiz değildi. Eshâb-ı kirâmın herbirinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya farklıydı. Eshâb-ı kirâmı görüp, Peygamberimizin kendilerine bildirdiği dînî hükümleri, onlardan öğrenen Tâbiînin de birçoğu müctehid idi. Üçüncü asırda gelen ve kendilerine “Tebe-i Tâbiîn” adı verilen Müslümanlar arasında da müctehidler yetişti. Bu müctehidlerin ve Eshâb-ı kirâmın mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyânın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn devrinde yetişen mezhep imâmları da, Eshâb-ı kirâmın yaptıklarını yaptılar. Onlar gibi delil arayıp buldular. Bundan hüküm çıkardılar. Böylece, amelde mezheplere ayrıldılar. bu sûretle, Resûlullah’ın emrini yapmış oldular. Çünkü Resûlullah; “Eshâbıma tâbi olunuz.” buyurmuştu.

Dört mezhep imâmından olan İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe Tâbiîndendir. İmâm-ı Mâlik ile İmâm-ı Şâfiî Tebe-i Tâbiîndendirler. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel ise Etbau Tebe-i Tâbiîndendir. Yine bunların asrında yaşamakla berâber mezhepleri kitaplara geçirilmediği için unutulan müctehidler de vardı. Abdurrahmân-ı Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Dâvûd-i Zâhirî, İbn-i Ebi Leylâ, İbrâhim Nehâî, İbn-i Şübrüme, Hasan ibni Sâlih, Amr ibni Hâris, Abdullah ibni Ebi Câfer, İshak bin Râheveyh, Ebû Ubeyd Kâsım ibni Sellâm, Ebû Sevrî Bağdâdî, İbn-i Huzeyme... bunlardan başlıcalarıdır.

Fıkıh ilminde ictihad derecesine yükselmiş olan müctehidler, ilimlerdeki anlayışlarına göre çeşitli tabakalara, derecelere ayrılmışlardır. Dînî hükümleri, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden istinbat ederken (ortaya koyarken, çıkarırken) kendine mahsus kâide ve usul koyan ve bir mezhebi olan müctehide “Mutlak müctehid” veya “Müctehid fiş-şer” denir. Dört mezhebin imâmları böyledir. Diğerleri de mezhepte müctehid, meselede müctehid, Eshâb-ı tahric, erbab-ı tercih ve mukallid olan âlimlerdir. (Bkz. Fıkıh)

Önceki
Önceki Konu:
Halıme Hatun

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu