Ekonomik sorunların temelinde kıtlık olgusu yatar. Ekonomik faaliyet kıtlığa karşı bir meydan okuma, sistemli bir savaş olarak özetlenebilir. Ne var ki bu faaliyetin, kendi içinde şaşırtıcı bir çelişki doğurduğu da bir gerçektir: İnsanoğlu üretim ve tüketim faaliyeti sırasında, ihtiyaçlarını karşılayacak derecede bol olmayan yeni bir "kıt kaynak" oluşmasına neden olmuştur ki bu da kaliteli çevredir. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de, çevreyi oluşturan doğal değerlerin ekonomik faaliyet dolayısıyla bozulması ve hızla azalması, kaynakların kıtlık derecesini yani kaynaklarla ihtiyaçlar arasındaki dengesizliği daha da artırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.

Ekonomi biliminin temel gayesi, uzun süre, maksimum miktarda mal ve hizmet tüketimi anlamında refah düzeyinin yükseltilmesi olarak anlaşılmıştır. Refahın bazı asgari niteliklere sahip bir çevre de gerektirdiği düşünülmemiştir. Bu hata şüphesiz bir çevre de gerektirdiği düşünülmemiştir. Bu hata şüphesiz bizatihi refah olgusunun değil, onu kavramlaştırma biçiminin bir sonucudur. Çünkü klasik refah kavramında, tabii dengenin gözetilmesinden doğan çevre kalitesi elamanı yer almamaktadır. A. Smith'den beri, refah göstergesi olarak mal ve hizmet üretimi yeterli sayılmış; toplumların daha fazla mal ürettikleri zaman daha mutlu olacaklarına inanılmıştır. Oysa, çevreyi korumadan maç insanoğlunun duyduğu hazzı artırmak yani bir ihtiyacını tatmin olduğuna göre, kaliteli çevre refahın tamamlayıcı bir elemanı olacaktır. Böylece, yalnız sanayileşmiş ülkelerde değil hattâ Türkiye gibi sanayileşen ülkelerde dahi, kaliteli çevrenin diğer ihtiyaçlar kadar refah artırıcı bir unsur olarak gözetilmesi, ekonominin temel gayelerinden biri olan - çeşitli hedeflerin uyumlu ve sistemli olarak gerçekleştirimesi anlamındaki - rasyonel davranış kriterine de uygun düşmektedir. Çünkü çevre sorunlarının ekonomik çözümleri maliyet ve fayda analizleri ile yani mevcut bileşimlerden optimum bileşimin seçilmesi ile mümkün olur.

Çevre sorunları temel ekonomik kavramlardan alternatif maliyet kavramı ile yakından ilgilidir. Çünkü çevre koruma kaynakların alternatif kullanımları arasından bir tercih yapmak; kaliteli çevreye bir alternatif olan diğer bazı ihtiyaçları karşılayacak üretimlerden vazgeçmek sonucunu doğurur [2]Karşılanmamış ihtiyaçların nisbeten fazla olduğu az gelişmiş ülkelerde ve bu arada Türkiye'de çevre sorunlarının göz ardı edilmesinin başlıca nedeni, çevre korumanın alternatif maliyetinin yüksek sayılmasıdır. Oysa refah kavramının geniş anlamda düşünülmesi ve optimum bileşimlerin araştırılması durumunda, çevre maliyetlerinin sanıldığı kadar yüksek olmadığı sonucuna varılabilir.

Kaliteli bir çevre herhangi bir ihtiyaç kadar bir ihtiyaçtır. İnsan iyi bir çevrede yaşadıkça haz; ondan yoksun kalınca da üzüntü duyar. Belki "çevre ihtiyacı"nı diğer ihtiyaçlardan farklı kılan şey, sağladığı haz ve elem dönemlerinin insan ömürleri ile kıyaslanabilir büyüklükte olmasıdır: İnsanlık, çevrenin aşırı derecede bozulmadığı, çevre ihtiyacını alabildiğine tatmin edebildiği haz dönemi boyunca - yani "üretim amacıyla tüketim" dönemi boyunca - suni ve lüks olan ihtiyaçlarını tatmin edecek üretimlere yönelmiştir. Böylece, gittikçe hızlanan bir israf ve çevre sorunları neticesinde çağdaş bir ihtiyaç varlığını hissettirmeye başlamıştır. Çünkü kıtlaşan kaliteli çevre dolayısıyla insanlık çevre ihtiyacı bakımından bir tatminsizlik yani "elem dönemine" girmiştir. Bugün Türkiye'de, çevre tatmininin sonlarına yaklaşılmakla beraber henüz "haz dönemi"nde bulunulduğu içindir ki "çevre koruma Türkiye için bir lükstür" görüşü ileri sürülebilmektedir.

Bozulmamış bir çevre insanların belirli bir ihtiyacını tatmin ettiğine göre bir mal veya hizmet olarak kabul edilebilir. A. Smith'den beri çevre ihtiyacını karşılayan hava, yeşil alan, güneş ışığı gibi tabiat elemanları birer mal, fakat ne yazık ki, elde edilmeleri zahmet gerektirmediği ve ihtiyaçlara oranla bol miktarda bulundukları düşünülerek, "serbest mal" olarak nitelenmiştir. İşte çevre kirlenmesinin doğuşunda, geleceği yani zaman faktörünü hesaba katmayan bu statik varsayımın büyük rolü olmuştur. Dünyada üretim ve tüketim büyük bir hızla artarken bu ve benzeri statik varsayımlara dayalı ekonomik kararlar yüzünden, hemen bütün ülkelerde tabiat kıtlaşmaya, çevrenin kalitesi hızla bozulmaya başlamıştır. Günümüzde "artık kaliteli çevre, kıt, az bulunur ve arzı talebinden düşük olan ekonomik bir mal haline gelmiş" bulunmaktadır. Türk ekonomisinde de yıllardır bu statik varsayıma dayalı bir sanayileşme politikası izlenmektedir. Şüphesiz yakın gelecekte, tabiat elemanlarının geniş çapta, birer "ekonomik mal" yani ihtiyaçlara oranla kıt, elde edilmeleri büyük harcamalar gerektiren birer mal haline geldikleri pişmanlıkla görülecektir.

Her kıt malın bir bedeli olduğuna göre, çevrenin de bir fiyatı olması gerekir. Ancak serbest mal sayılarak özel mülkiyete konu olmayan hava, deniz, tabii manzara gibi kaynaklara fiyat biçmek, uzun süre ciddi bir konu sayılmamıştır. Bundan başka, bir üretim faktörü olarak tabii kaynakların sosyal maliyeti ve faydası kendiliğinden diğer fiyatlara yansıtılmamıştır. Bir örnek verirsek, meselâ Türkiye'de turistik bir bölgedeki fabrikanın çevrede yarattığı rahatsızlık ile Boğaziçi'nde bir koruluğun insanlara sağladığı refah artışı fiyat olarak belirlenmemekte, dolayısıyla ekonomik kararlarda rol oynayamamaktadır. Oysa gittikçe yaygınlaşan bir görüşe göre; fiyatlar çevre kirletme maliyetlerini de içermelidir; yani, her ürün mutlaka çevreye getirdiği yükü yansıtacak şekilde fiyatlanmalıdır [3]. Pazar ekonomisine dayalı ülkelerde, çevre kirlenmesini denetlemenin en gerçekçi yolu şüphesiz, onun fiyatlar sistemine dahil edilmesi olacaktır. Çevre kirlenmesinin maliyet ve fiyatlara dahil edildiği bir sistemde, bir yandan, meselâ otomobil imalâtçılarının daha az kirleten bir motor yapmaları için teşvik unsurları sağlanmış; diğer yandan da çevre kirlenmesi yapan malların üretici ve tüketicileri bu maliyetleri yükleneceğinden, adaletli bir maliyet dağılımı gerçekleştirilmiş olur.

Bir milli ekonomide çevre sorunları ile üretim faktörleri arasında da belirli ilişkiler vardır. Kanımızca üretim faktörleri son analizde iki esas faktöre indirgenebilir ki, bunlar insan ve tabiat faktörüdür. Tüm diğer faktörler bu iki faktöre dayanılarak, tanımlanabilir. Ekonomik gelişmenin motoru sayılan sermaye faktörü bile "tabii kaynakların bir gaye yönünde şekil ve düzen verilmiş, insan akıl ve muhakemesinin cisimleştiği bir devamından ibarettir".

Tabiat, üretime elverişli olan toprak, deniz ve akarsular, orman, rüzgâr, güneş ışığı gibi her türlü kaynağı kapsar. Bir ülkenin tabii kaynakları, ne kadar zengin olursa olsun, mutlaka bir sınırı olduğundan kıt bir kaynak sayılacağı açıktır. Gerçek bu olmakla beraber, ekonomi biliminde tabiat faktörü son yıllara kadar son derece ihmal edilmiş, adeta unutulmuş bir faktör durumundaydı. Ekonominin en temel varsayımlarında bile - yukarda değindiğimiz gibi - bu ihmali kolayca gözlemlemek mümkündür. Çevre sorunlarının temelinde üreten insanın tabiat faktörü karşısındaki bu geleneksel tutumu yani bazı tabii kaynakların bol ve sınırsız olduğu; dolayısıyla serbest (bedelsiz) mallar olduğu varsayımı yatmaktadır. Ekonomi biliminin temel eksikliği tabiat faktörünü sadece miktar, kalite ve teknolojik elverişlilik yönünden kavramlaştırarak, onu özünde mevcut olan "denge" elamanından soyutlamış olmasıdır. Eğer iktisatçılar "doğal kaynaklar" kavramında "tabii denge" unsuruna da yer vermiş olsalardı şüphesiz sanayileşen dünyamızı büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakan çevre sorunları bu boyutlarda ortaya çıkmazdı. İktisatta "denge" kavramından soyutlanmış bir tabiat faktörü kavramı, bilimsel yönden eksikliği bir yana pratik yönden de büyük sakıncalar arz etmektedir. Bu alanda bütün iktisatçıları doğal kaynaklarla ilgili olarak yeni bir kavram oluşturma çabası beklemektedir.

Teknoloji, tabii kaynakları insan ihtiyaçlarına en uygun şekilde kullanma usul ve sanatıdır. İnsanlığın yüzyılımızda dev boyutlara erişen çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalmasının nedeni, ihtiyaçlarına uygun olarak bu usul ve sanatları geliştirirken, kaliteli çevrenin ihtiyaçları arasında yer almadığını varsaymış olmasıdır. Dolayısıyla, geliştirilen teknolojilerin çoğu, çevre üzerinde yıkıcı ve yok edici etkiler yaparak çevre bozulmasına yol açmıştır. Ne var ki, insanın tabiat üzerindeki her etkisi yine teknoloji sayesinde gerçekleşeceğinden, çevre koruma da yine bilimsel ve teknik ilerlemeyle, üretimde insanın çevre ihtiyacını da hesaba katan yeni teknolojiler bulunup uygulanmasıyla mümkün olacaktır.

Çevre sorunları ile insan faktörü arasındaki ilişkiler müteşebbis ve emek faktörlerinin teknolojik tutumlarına karşı tabiatın bir tepkisi olarak yorumlanabilir. Şöyle ki, çevre bozulması, bir yandan insanların beden ve ruh sağlıklarına zarar verirken, bir yandan da kıtlaşan doğal kaynaklar ekonomik faaliyet üzerinde olumsuz etkiler yapar. Bu iki grup etki ikinci bir aşamada, doğrudan doğruya emek prodüktivitesini azaltıcı sonuçlar doğurur; hattâ ülke çapında sosyal ve siyasal huzursuzluklar çıkmasına vesile olabilir.

Nihayet, açıklanması gereken bir diğer husus da çevre sorunları ile ekonomik sistem arasında bir bağlantı olup olmadığı hususudur. Kanımızca, çevre kirlenmesi bir ekonomik sistem sorunu değildir. Zira, çevre bozulması şu veya bu boyutlarda A.B.D.'nde olduğu kadar Sovyetler Birliği'nde de ortaya çıkmaktadır. Üstelik kapitalist olmayan toplumlarda çevre kirlenmesine karşı halkın herhangi bir tepki göstermesi daha zor olabilir. Buna karşılık çevre kirlenmesinde ferdiyetçi (bireyci) anlayışın büyük katkısı olduğu da bir gerçektir. Şu bakımdan ki, kapitalist toplumlarda, birçok çevre varlığı kişilerin değil toplumun malıdır. Dolayısıyla insanlar bu varlıkların kirletilmesine karşı çıkma ve korunmalarına özen gösterme zahmetine kolay kolay girmezler.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu