29/09/2014 2:00
YENİ BİLİNCİN YÜKSELİŞİ;Çoğu antik dinler ve ruhsal gelenekler, belli bir görüşü paylaşırlar: "Normal" zihin durumumuzun, temel bir bozukluk içerdiği görüşünü. Ne var ki bu görüşten insan doğasına bir geçiş yaptığımızda - buna kötü haber diyebiliriz - ikinci bir görüşle karşılaşırız: İnsan bilincinin radikal bir değişim gerçekleştirme olasılığı, yani iyi haber. Hindu öğretilerinde - bazen Budizm'de de - bu değişime aydınlanma adı verilir. İsa'nın öğretilerinde, aynı kavram kurtuluş olarak geçer ve Budizm'de de acı çekmenin sonu olarak tanımlanır. Özgürlük ve uyanış da aynı kavram için kullanılan diğer kelimelerdir.

İnsanlığın en büyük başarısı sanat, bilim ya da teknoloji eserleri değil, kendi bozukluğunu, kendi deliliğini tanıyıp kabul etmesidir. Uzak geçmişte, bu anlayış birkaç kişiye gelmişti. 2,600 yıl önce Hindistan'da yaşamış olan Gautama Siddhartha adlı bir adam, bu mutlak gerçekliği gören belki de ilk kişiydi. Daha sonraları, ona Buda adı verildi. Buda, "uyanmış olan" anlamına gelir. Aynı dönemlerde, insanlığın erken uyanan öğretmenlerinden biri Çin'de ortaya çıktı. Onun adı da Lao Tzu idi. Öğretilerinin kayıtlarını, şimdiye dek yazılmış en önemli ruhsal kitaplardan biri olarak bizlere bıraktı: Tao Te Ching.

İnsanın kendi deliliğini tanıması, elbette ki deliliğin kendini belli etmesi, dolayısıyla iyileşmenin başlaması demektir. Dolayısıyla, bu insanlar ortaya çıktıklarında, gezegen üzerindeki ilk' zayıf çiçekler açmıştı; diğer bir deyişle, insan bilincinde yeni bir boyut başlamıştı. O kişiler kendi dönemlerinde çağdaşlarıyla konuşmuşlardı. Günahtan, acı çekmekten ve illüzyonlardan söz etmişlerdi. "Nasıl yaşadığına bak," demişlerdi. "Ne yaptığını ve nasıl bir acı yarattığını gör." Sonra, "normal" insan varlığının kolektif kabusundan olası bir uyanışa dikkat çekmişler ve yolu göstermişlerdi.

Ama dünya henüz onlara hazır değildi; yine de insan uyanışının hayati ve gerekli bir parçasıydılar. Kaçınılmaz bir şekilde, çağdaşları - ve sonrasında gelen kuşaklar - tarafından genellikle yanlış anlaşıldılar. Öğretileri son derece basit ve güçlü olmasına rağmen, bazı durumlarda kendi öğrencileri tarafından kaleme alınırken dahi saptırıldılar ve yanlış yorumlandılar. Asırlar boyunca, orijinal öğretilerle ilgisi olmayan bir sürü şey eklendi ama temel bir yanlış anlamanın ötesine geçemediler. Öğretmenlerden bazıları alay konusu oldu, aşağılandı veya öldürüldü; diğerlerine ise tanrı diye ta­pınıldı. İnsan zihninin bozukluğunun ötesinde kalan, kolektif delilikten kaçışı sağlayacak yolu gösteren öğretiler böylece bozuldular ve kendileri de deliliğin bir parçası haline geldiler.

Dolayısıyla, geniş çapta ele alındığında, dinler birleştirici güç olmaktan çıkıp, bölücü güç haline geldi. Tüm yaşamın tekliğinin anlaşılması sayesinde şiddet ve nefreti bitirecekleri yerde, daha fazla şiddet ve nefret getirdiler ve insanlar arasında, dinler arasında ve hatta dinlerin kendi içlerinde daha fazla ayrım yarattılar. İnsanların kendilerini tanımlayabilecekleri ve kendi sahte benlik duygularını güçlendirmek için kul­lanabilecekleri inanç sistemleri ve ideolojiler haline geldiler. Bu sistemler sayesinde kendilerini "haklı," diğerlerini "haksız" çıkarabiliyor, düşmanları sayesinde kendilerini tanımlayabiliyor, kendilerine onları öldürme hakkı tanımak için başka insanları "diğerleri", "inançsızlar" ya da "kafirler" diye adlandırıyorlardı. Kutsal metinlerde insanın "Tanrı"nın suretinde yaratıldığı söylenirken, insanlar kendi suretlerinden "Tanrı" yaratmayı tercih ediyorlardı. Sonsuz, şekilsiz ve isimlendirilemez olan, tapınılması gereken zihinsel bir idole dönüştürülmüştü.

Yine de... yine de... din adına gerçekleşen tüm bu delice eylemlere rağmen, işaret ettikleri Gerçek, kendi özünde hâlâ parlamaya devam ediyordu. Yozlaşma ve yanlış yorum katmanları birbiri üstüne yığılarak onu altlarında bırakmış olmalarına rağmen, hâlâ da parıl-damaya devam ediyor. Ama kendi içinizdeki Gerçek ile karşılaşmadığınız, yüzleşmediğiniz sürece, onu anlamayı asla başaramazsınız. Tarih boyunca, bilinçlerinde belirgin bir değişimi deneyimleyen ve kendi içlerinde bütün dinlerin işaret ettiği yönde eğilim gören insanlar oldu. O kavrama dökülemeyen Gerçeği tanımlamak için, kendi dinlerinin kavramsal çatısını kullandılar.

Bu insanlar sayesinde, bütün büyük dinlerde kendini sadece bir yeniden keşifle değil, aynı zamanda bazı durumlarda orijinal öğretinin ışığının yoğunlaşması olarak ifade eden "okullar" ya da hareketler gelişti. Erken dönem ve Orta Çağ Hıristiyanlık dünyasında Gnostik ve mistik akımlar, İslam dininde Sufizm, Musevi-lik'te Kabala ve Hasidizm, Hinduizm'de Advaita Vedan-ta, Budizm'de Zen böyle doğdu. Bu okulların çoğu, geleneklere karşıydı. Kavram katmanlarını birbiri ardına yırtıp atıyor, gerçeğe ulaşmak için insanları kendi zihinlerini kullanmaya ve sorgulamaya teşvik ediyorlardı; işte bu nedenle, yapılanmış dini hiyerarşiler tarafından şüpheyle ve çoğu zaman da düşmanlıkla karşılanıyorlardı. Genel olarak empoze edildiği haliyle dinin aksine, onlar anlayışı, sorgulamayı ve içsel değişimi vurguluyorlardı. Bu ezoterik okullar veya hareketler sayesinde, büyük dinler orijinal öğretilerin değiştirici gücünü yeniden kazanmayı başardılar ama birçok durumda, sadece çok az sayıda insan onlara ulaşabildi. Ne yazık ki sayıları asla çoğunluğun kolektif bilincinde önemli bir etki yapacak kadar çok olmadı. Zaman içinde, etkilerini sürdürebilmek için bu okullar da fazlasıyla katılaştı veya kavramsallaştı.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu