18/04/2014 18:00
Alm. Buch (n), Fr. Livre (m), İng. Book. Basılı veya yazılı kâğıt yapraklarının bir araya getirilmesiyle ve insanların hislerini, fikirlerini, başkalarına, uzaktakilere bildirmek, kendilerinden sonra gelenlere ulaştırabilmek için kâğıtlara yazmak sûretiyle meydana getirilen eser. Uzakta bulunan bir kimseye yazılan mektup veya pusula mânâsında da kullanılmıştır. Lügatte, kitap, “yazı yazmak” mânâsındadır. Kur’ân-ı kerîm’de; çeşitli mânâlarda sık rastlanan kitap kelimesi Allahü teâlânın peygamberlerine gönderdiği vahiyler mânâsında da kullanılmıştır.

İnsanların bildiklerini, öğrendiklerini kitaplara yazması çok öncelere dayanır. Hattâ ilk insan hazret-i Âdem’e Allahü teâlâ tarafından Cebrâil aleyhisselâm adındaki melek gönderilerek îmân bilgileri, her gün bir vakit namaz, oruç, gusül abdesti emredildi. Kendisine kitap gelip, lüzumlu bütün ilimler dâhil, fizik, kimyâ, tıp, eczâcılık, matematik bilgileri de öğretildi. Süryânî, İbrânî, ve Arabî diller ile kerpiç üstüne çok kitap yazıldı. Her asırda, insanlara gönderilen peygamberlerle, onlara lâzım olan din ve dünyâ bilgileri öğretildi. Bu bilgilerin kaybolmaması için kitaplar yazıldı. İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan îtibâren peygamberlere yüz dört (104) semâvî kitap gönderildiği bildirilmekte olup, bunlardan dördü büyük kitaptır. Bunlar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı kerîm’dir. Yüzü de (suhuf) denilen küçük kitaplardır. On suhuf hazret-i Âdem’e, elli suhuf hazret-i Şit’e, otuz suhuf hazret-i İdris’e, on suhuf hazret-i İbrâhim’e; Tevrat hazret-i Mûsâ’ya, Zebur hazret-i Dâvûd’a, İncil hazret-i Îsâ’ya ve Kur’ân-ı kerîm de hazret-i Muhammed’e gönderilmiştir. Bunlarından Kur’ân-ı kerîm hiçbir harfi değiştirilmeden günümüze kadar ulaşmıştır. İlk devirlerde yazılan kitapların çoğu yangın, sel, harp vb. gibi âfetlerin ve insanların birbirine düşmanlıklarının sonucu tahrip edilerek yok olup gitmişlerdir. Cengiz’in torunu Hülâgü’nün Bağdat’ı ele geçirdiği zaman, bin seneden beri yazılan kütüphâneler dolusu kitabı yaktırdığı ve suya attırdığı bilinmektedir.

Günümüze gelinceye kadar, ilim ve tekniğin gelişmesine paralel olarak kitap da şekil, hammadde ve muhtevâ olarak çeşitli değişiklikler göstermiştir. Matbaanın bulunuşuna kadar kitaplar belli bir zümreye hitap ederken, bu keşiften sonra kitap yavaş yavaş insanların günlük hayâtına girmiştir. Okuma-yazma oranının artması kitaba olan ilgi ve ihtiyâcı da arttırmış, buna paralel olarak kitapçılık sanâyii alabildiğine gelişmiştir. İlerde bu gelişmenin hangi noktaya kadar varacağını kestirmek zordur. Şimdiden, basılı kitap ve gazete yerine “konuşan kitap ve gazeteler”den bahsedilmeye başlanmıştır.

Târihî kazılardan elde edilen bilgilere göre eskiden günümüze kadar kitabın, şekil olarak, geçirdiği değişiklikleri tâkib etmek mümkündür. Kullanılan yazıya ve malzemeye göre kitaplar değişik şekiller almıştır. Kâğıdın bulunuşundan evvel yazılar mâden, taş, tahta, kil tabletler üzerine kazınırdı. Sümer, Asur ve Hititler kül tabletler üzerine yazardı. Çinliler ipek kumaş kullanırlardı. Nil kıyılarında ise yaprak hâline getirilmiş papirus lifleri kullanıldı. Papirüs hafif, esnek fakat dayanıklı bir maddeydi. Ele geçirilen ilk kitaplar M.Ö. 2700 yıllarına âittir. Bunlar eski Mısırlıların duâ, adak, vakıf gibi konuları içine alan Ölüler Kitabı isimli dînî eserleridir. Kitaplar ağaç bir silindire sarılmış ağır tomarlar biçimindeydi. Yazı papirüsün yalnız bir yüzüne fırça ile yazılırdı. M.Ö. 7. yüzyılda papirüs Mısır’dan, Yunanistan’a, oradan da Romalılara geçti. M.Ö. 2. yüzyılda Romalılar 15 m uzunluğunda 15-30 cm genişliğinde papirüs tomarları kullanmaya başladılar. Roma’da bâzısı halka açık kitaplıklar, ender kitap kolleksiyoncuları vardı. Kitapçılar ithal ve ihraç ettikleri eserlerle geniş ticâret yaparlardı.

Zamanla papirüs üretiminin azalması ve pahalanması, papirüsün nemden bozulması, tek yüzünün kullanılması ve yanıcı bir madde olması, ayrıca umûmiyetle Mısır’da üretilen papirüsün yurt dışına çıkarılmasının yasaklanması üzerine yazı yazılabilecek yeni bir maddenin aranmasına sebeb oldu. Bâzı Asya milletleri çok eski çağlardan beri sepilenmiş deriyi yazı malzemesi olarak kullanırlardı. Bergama (Pergamum), koyun derisi hazırlama işinde büyük bir ün salmıştı. Batı dillerinde parşömen denilen tirşe böylece ortaya çıktı. Mîlâdın başlangıcında yaygın olarak kullanılmaya başlanan bu malzeme, kitabın dış görünüşünü değiştirdi. Katlanabilen parşömen yaprakları; dikilen, bir araya getirilen, bir ciltle korunabilen defter şekline sokulabiliyordu. Kitap arkalı-önlü yazılabilen bir dikdörtgen şekline (kodeks) girdi (bugünkü şeklini aldı). Parşömene yazılmış kitaplar daha dayanıklı, daha kullanışlıydı. Bizans İmparatorluğunun en eski devirlerine âit İstanbul’dan kaçırılan parşömen yazılı bâzı yazma eserlerden üçü Vatikan’da, biri de Paris Millî Kütüphânesinde saklanmaktadır. Bunların bâzısı minyatürlüdür.

Büyük ilâhî dinlerin ortaya çıkması ilmin ve kitabın gelişiminde birinci merhaledir. Dînî bir eğitim ve öğretim kurma ihtiyâcı, öğretim kurumlarının yanısıra o zamanın şartlarına göre bir kitap sanâyiinin kurulmasını gerektirmiştir.

Kitabın gelişiminde ikinci önemli merhale kâğıdın ortaya çıkmasıyla olmuştur. Kâğıt yüzyıllardan beri Çin ve Türkistan’da kullanılmaktaydı. Kâğıdın ilk defâ 105 yılında Çin’de kullanıldığı tahmin edilmektedir. Ancak insanların büyük bir bölümü kâğıdı tanımıyordu. İpekten elde edilen kâğıt da çok pahalıydı. Kâğıdın paçavradan elde edilmeye başlanması ve Avrupa’da tanınması kitaplarda parşömen yerine kâğıt kullanılmasını sağladı. Bu da mâliyeti düşürdü ve kitap sâhibi olmak nisbeten kolaylaştı. Ancak, az zamanda çok ve çabuk kitap elde etmek henüz mümkün değildi. Kitaplar kopya edilerek çoğaltılıyordu. Bu işi yapan bir yazıcılar (kâtipler sınıfı vardı. O zamanlar harfler, yazılmaktan ziyâde resmedilirdi. Hüsn-i hat (kaligrafi) denilen güzel yazı (hattatlık) işi sıkı kuralları olan bir sanattı. Kitapları süslemek (tezyin) ise ayrı bir sanattı.

Öğretimin yaygınlaşması neticesinde, adına tahta kalıp baskı da denen ksilografi yolu denendi. Bu baskı tekniğinde; basılması istenen şey tahta levhalar üzerine kabartma olarak kazınıp üzerine mürekkep sürülerek basılıyordu. Çin’de 8. yüzyılda kullanılan bu usûl, Mısır ve Suriye’de önceleri kumaş üzerine motif basmak için sonraları ise kâğıt kullanımı yaygınlaşınca kitaplardaki resimlerin ve daha sonra yazıyla berâber resmin çoğaltılmasında kullanıldı. Bu metinler tahta üzerine ters olarak kazınıyordu. On beşinci yüzyılda birkaç yapraktan oluşan ve ancak bir yüzüne baskı yapılabilen kitapçıklar basıldı. Ksilografik metodun yetersizliği ve geniş yazılara imkân vermemesi tipografinin gelişmesine sebeb oldu. Tipografide harfler sökülüp takılmakta ve birkaç defâ kullanılmakta idi. Bu metodla batıda ilk kitap 1450’de Almanya’da basıldı. İtalya’da 1465, Fransa’da 1477’de ilk kitap basıldı. On beşinci yüzyılda 35.000 kitap basıldığı tahmin edilmektedir. 1501 yılından önce basılan eserler el yazmalarına çok benzer.

Kitabın gelişiminde üçüncü ve en önemli merhale matbaanın keşfiyle oldu. Bu keşifle berâber kitabın günümüze kadar ulaşan gelişmesi başladı. Matbaa ile kitap elde etmede en büyük engel olan “yazma” problemi halledildi. Kısa zamanda, çok sayıda kitap elde etmek mümkün oldu. Baskı ve kâğıt sanâyiindeki gelişmelere paralel olarak mâliyeti düştü, kitap sâhibi olmak çok kolaylaştı (Bkz. Baskı ve Baskı Tekniği). Günümüzde her gün milyonlarca kitap basılmakta, dünyânın dört bir tarafına dağıtılmaktadır. Bugün kitap girmeyen bir yer kalmamıştır. Kitap artık yaygınlaşmış, herkesin malı olmuştur. Kitapçılık zamanımızda bir endüstridir. Bu endüstri, dev yayın şirketleri, gelişmiş kâğıt sanâyii, en ileri baskı teknikleriyle çalışan matbaalar, en modern usûllerle faaliyet gösteren dağıtım ve pazarlama şirketleriyle büyük boyutlara ulaşmıştır. Bununla berâber zararlı kitaplardan, yayınlardan, insanları korumak, henüz halledilmemiş bir problem olarak bütün vehametiyle, ortada durmaktadır.

Avrupa’da ve Amerika’da, birçok ülkede şûbeleri olan beynelmilel dağıtım ve yayım evleri kurulmuştur.

İstanbul’da Cağaloğlu (eski adıyla Bâbıâli) ve Sahaflar Çarşısı Türkiye’nin kitapçılık merkezidir. Sahaflarda daha ziyâde antika, zor bulunur, değerli kitaplar satılır.

Kitapları üç kısma ayırmak mümkündür:

a) Çoğu para kazanmak, propoganda yapmak, oyalamak ve eğlendirmek için yazılan ve basılan eserler,

b) Edebî eserler,

c) İlim ve öğretim kitapları (dînî ve ilmî eserler).

Birinci kısım eserler kültür bakımından büyük bir değer taşımazlar. Bunlar arasında zararlı olanlar da vardır. Tenkitçi bir kafaya sâhib olmayanlar, bu çeşit yazılara kapılarak yanlış bilgi sâhibi olabilirler. Ehil kimseler tarafından yazılan dînî ve ilmî eserler faydalı olup, bu tür kitaplar, kitaplıklarımızın vazgeçilmez eserleridir.

Kitaplar, kültürümüze, benliğimize, rûhumuza, hayat ve medeniyetimize yön veren kaynaklar olduğundan, bunlar alınırken, iyi yazarların eserleri seçilmeli, bu konuda gereken titizlik gösterilmelidir.

Kitapların bakımı: Kültür hayâtımızın vazgeçilmez varlıkları olan kitapların bakımı dikkat ister. En ufak bir ihmâli bile affetmez. Bunun için kitap ve kitaplık dâimâ temiz tutulmalı, sık sık ele alınan kitapların üstü ayrıca bir kâğıtla kaplanmalıdır. Kitapları rutûbetten olduğu kadar güneşten, ateşten, tozdan, güveden, büyük ve küçük çeşitli haşerelerden korumalıdır. Ayrıca, kitabın koparılırcasına açılmasından, açık sayfaların ortasına var kuvvetle basarak kırılmasından, sayfaları kapalı kitap ve dergilerin parmak, tarak vs. gibi şeylerle açılıp sayfalarının didiklenmesinden sakınmalıdır. Kitaptan bâzı notların alınması gerekiyorsa, bu, kitabın üstünde değil yanda, ayrı bir yerde kâğıda veya deftere yazılmalıdır. Sayfaların fazla bastırılmamasına dikkat etmeli, parmağı dile götürüp ıslattıktan sonra açılmasından bilhassa kaçınmalıdır. Konu ile ilgili yazılar, resimler kitaptan kesilip alınmamalı, kitabın içine yazı yazılmamalıdır. Kalındığı yerden okunması için kitabın kendi işâret şeridi varsa o kullanılmalı, bu yoksa sayfaların katlanıp kırılması yerine araya işâret niteliğinde ufak bir kâğıt konulmalıdır. Okuma esnâsında yenilen, içilen şeylerin, îcâbında kitabın içine veya üstüne konulmasının, hiçbir zaman kitap titizliğiyle bağdaşamayacağı hatırlanmalıdır.

Eskiden, kitap denince akla, önce, dînî ve ilmî eserler gelirdi. Kitabın çok pahalı ve ender bulunan bir nesne olması, ona sâdece ilim adamlarına mahsus bir hüviyet kazandırmıştı. Bu durum kitabı yüceltmiş, bu yüzden Türkçeye birçok deyim, atasözü ve vecize girmişti.

Sonraki
Sonraki Konu:
Akşemseddin

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu