08/12/2009 20:17
Bilindiği gibi Vergi; "devletin çeşitli hizmetler karşılığında halkın kazancından aldığı pay" olarak ifade edilmektedir. Ama devletin niteliği düşünüldüğünde, halk ile burjuva devletler arasındaki vergi ilişkisini bu şekilde tanımlamak olanaklı değildir.İşbirlikçi tekelci sermayenin emek üzerindeki egemenlik aygıtı olan burjuva kapitalist devlet kendi egemenliğini sürdümek için mali giderlerini sağlamada , işçi ve emekçileri yolunacak kaz olarak görürür ve topladığı dolaylı-doalaysız vergilerle yani halktan aldığını onu ezmek için kullanır.

Bu bakımdan vergi nedir? sorusunun yanıtlanması daha bir önem taşıyor.Vergi, toplumların var oluşundan bu yana geçirdikleri evrimin her aşamasında farklı niteliklerde ve özelliklerde karşılaşılan bir olgudur. Ancak burjuva iktisatçı ve maliyecilerinin vergiyi "devletin toplumsal ve yarı-toplumsal görevlerini yerine getirme aracı" olarak tanımlamaları, ekonomik sistemlerin biçimlendirdiği devlet ve görevlerinin farklı nitelik ve özellikte olacağını gözönüne almadıklarını göstermektedir. Kuşkusuz bu tür girişimler konuya açıklık kazandırmaktan çok, burjuva iktisat ve maliye sisteminin gözardı ettiği, temel toplumsal ve iktisadi ilişkilerin üstünü örtmek için yapılmaktadır. Gerçek üzerindeki örtüyü kaldırmak ve onlar gibi burjuva saplantılarına kapılmadan olayı açıklığa kavuşturmak için, işe genel doğrulardan başlamak gerekecektir.

Kuşku yok ki bunların başında, "Devlet Kavramı" gelmektedir. Devlet pek çok kimse ve düşünürün yaygın bir biçimde savundukları gibi toplumları oluşturan sınıf ve katmanlar karşısında yansız kalan bir organ değildir. Toplumların tarihi boyunca egemen olan, sömüren ve ezen sınıfların zor aygıtı niteliğini korumuştur. Devlet, başlangıçta, gene burjuva bilimsel yaklaşımları içinde kalındığında, bir güvenlik ve özgürlük işlevi ile ortaya çıkmıştır. Ama, "kimin özgürlüğü ve güvenliği?" sorusu sorulmamak koşulu ile. Çünkü sınıfların devlet karşısında kader birliği yapmış, çıkar ayrımı olmayan türdeş bir kitle oluşturduğunu varsaymak olanaksızdır. O nedenle "devlet sınıf çelişkilerinin uzlaşmazlığının ürünü ve belirtisidir.Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşırlığı olanaksızsa; orada devlet ortaya çıkar ve tersine, devletin varlığı da, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduğunu tanıtlar." (V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal )

Oysa klasik devlet anlayışı, devleti, egemen güçlerin arkasına gizlendikleri bir paravan gibi sunar. Devleti, yöneti- lenlerin özgürlüklerini, maddi ve manevi güvenliklerinin sınırlarının genişliğini vurgulayan ve bunun içeriğini oluşturan temel ilke ve kuralların simgesi olarak belirtmeye çalışır ve öyle tanıtır. Bu soyut bir anlayıştır. Devleti böylesine soyut anlarsak, onun niteliğini belirleyen kuralları (anayasalar, yasalar, yönetim vb. kurallar ve örgütler) yani kısacası devletin ekonomik, toplumsal ve siyasal eylem kurallarını da sınıflardan soyutlamamız gerekecektir.

Gerçekten bu tür bir soyut devlet yer yüzünde olmadığına göre, hiç bir devletin, eylem kurallarını içeren belgeler soyut değildir.Örneğin, devletin biçimini, özelliklerini ve niteliğini belirleyen en temel belge olan anayasalar; toplumdaki üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği sınıfsal ayrıcalıklara uyumlu, devletin niteliğine biçim veren ve devlet gücünü elinde tutan sınıfın, öteki sınıflara karşı kendi güvence ve özgürlüğünün sınırlarını zorla belirleyen ya da koruyan kuralları içerir.

İşçi sınıfı ve emekçiler üzerinde bu baskıyı ordusu, polisi ve yargısı ile sürdüren burjuva devlet, emekçi kitlelerin sırtından kapitalizmi yaşatma çabası içine girer. Kuşkusuz, bu yeni görevler, yeni yeni fonların elde edilmesini ve gene bu kaynakların tekellere kaydırılma araçlarının geliştirilmesini zorlamıştır. Artık devlet geleneksel anlamda toplumsal ya da yarı toplumsal gereksinmeleri karşılamakla yetinemez. Devlet, emekçi halk kitlelerinden vergilerle sağladığı büyük parasal kaynakları, şu ya da bu biçimde, tekelleri koruma, geliştirme ve onların ekonomiye egemen olmalarını sağlamak üzere kullanmak zorundadır .

Devlet bu işlevleri günümüzde şöylece yerine getirmektedir: Tekellere ve onların ülkedeki uzantılarına vergi iadeleri ve indirimleri sağlar. Özellikle ülkemizde devlet, sanayileşmeyi özendirme ve mekansal dağılımındaki dengesizlikleri gidermek ve bu nedenle ortaya çıkan tasarrufsuzlukları ortadan kaldırmak amacıyla her tür vergi indirimi yanında, genel bütçe aracılığı ile de dışsal ekonomiler yaratmaktadır. Vergi indirimleri emekçi kitlelerin göreceli olarak vergi yüklerini arttıran bir uygulamadır.Bu uygulama da, emekçi kesimlerin sağladığı devlet kaynaklarının, bir avuç zengine ve borç faize montaj bir kaynak aktarımıdır.

Devletin vergi gelirlerinin büyük bir oranının emekçi kitlelerden alınan dolaylı-dolaysız vergilerden oluştuğu bir gerçektir.Devlet bu kaynaklarla sermayeye yeni olanaklar yaratmaktadır

Her ne kadar burjuva kapitalist sistemde vergi; "devletin çeşitli hizmetler karşılığında halkın kazancından aldığı pay" olarak ifade edilsede gerçek tam tersidir.Devletin burjuva niteliği düşünüldüğünde, halk ile burjuva devletler arasındaki vergi ilişkisini bu şekilde tanımlamak olanaklı değildir. İşbirlikçi tekelci sermayenin emek üzerindeki egemenlik aygıtı olan burjuva kapitalist devlet, topladığı vergileri kendi sınıfsal egemenliğini pekiştirmek için kulanmaktadır.

Çünkü işbirlikçi tekelci sermaye devletinin topladığı vergiler halktan zorla, tehditle alınmış bir haraçtır. Halk, verdiği verginin karşılığını hiçbir biçimde görmemektedir. Ödenen vergiler, iddiaların aksine, emekçilere yol, su, elektrik,sağlık,eğitim vb. biçimde dönmemektedir. Daha fazla vergi; her daim daha fazla soygun ve sefalet demektir. Delik deşik yollar, eziyete dönüşen sağlık ve çöken eğitim sistemi dışında, ödenen vergiler her burjuva devlette asıl olarak silahlanmaya, iç ve dış borçlara ve sermayenin dipsiz midesine gitmektedir.

Her burjuva kapitalist devlet gibi, Türkiye devletinin topladığı vergiler de öyledir. Dünyanın diğer emekçileri gibi ülkemiz emekçileri de, bu düzende ödedikleri verginin karşılığını görmemektedir. Onları, her daim IMF ve AB uyumlu acı "sürpriz"ler beklemektedir. 2006 başında çıkarılan yeni vergi düzenlemesi, sermaye için vergi indirimi, emekçiler için ise vergi bindirimi demektir.

KDV'si, ÖTV'si ile dolaylı vergiler, toplam vergilerin yüzde 70'ini oluşturmaktadır. Tüketim harcamalarından alındıkları için de bunların ana yükünü emekçiler ödemektedirler. Mesela 2003'te: Türkiye nüfusunun yüzde 20'sini oluşturan zengin azınlık, tüketim harcamalarından alınan dolaylı vergilerin ancak yüzde 30'unu karşılarken; geriye kalan yüzde 70'lik bölümünü ise, nüfusun yüzde 80'nini oluşturan işçi ve emekçiler ödemiştir.

Bu adaletsizik, yıllara göre değişmemektedir. Dolaylı vergiler, emekçiler için her daim dolaysız bir vergi soygunu olmaktadır! Çünkü; IMF'nin kulu kölesi olan hükümet, vergi gelirlerini arttırma kararı aldıkça, bunu emekçilerin cebine daha fazla el uzatarak yaşama geçirmektedir.

Evet; dolaylı vergi, dolaysız soygundur! Çünkü bu vergiler, emeğin ikinci kez gasp edilmesidir. İşçi ve emekçilerden iki kez vergi alınmasıdır. Maaşlarından kesilen gelir vergisinin üstüne, bir de tüketirken dolaylı vergilerin eklenmesidir. Bu denklemde sömürü iki aşamalıdır. Önce patron sömürmekte, emekçilerin alınterini gasp etmekte ve onlara ancak yaşayabileceği kadar ücret vermektedir. Ama bu yetmemekte, sermayenin bekçisi devlet de, bu sömürüden vergiler aracılığıyla pay almaktadır. Önce gelir vergisi olarak, sonra da dolaylı vergi olarak...

Devlet, vergi adı altında her sene haraç toplamaktadır. Bu vergiler ise, devletin derin kasalarına, sermayenin dipsiz midesine gitmektedir.Burjuva devlet, topladığı vergileri, krediler ve teşvikler aracılığıyla sermayeye peşkeş çekmektedir.Ya da hortumlanan bankalara ve IMF'ye hibe etmektedir.Yani, vergiler emekçilere hizmet olarak değil; işsizlik, açlık ve sefalet olarak, ya da cop, panzer ve gaz bombası olarak dönmektedir.

Burada üzerinde durulması gereken, modern vergi sisteminin varolan üretim ilişkileri içinde, yalnızca, kolaylıkla uygulanabilir bir burjuva önlemi olmadığıdır. Örneğin artan oranlı vergi ile, toplumun orta tabakalarının ve en önemlisi emekçi kitlelerin ve işçi sınıfının üzerindeki yükü azaltıyor gibi görünüp, toplumda düzene karşı olabileceklerin düzenle bütünleşmesini sağlayıcı bir araç olarak kullanılması amacı da güdülmektedir.

Verginin, sınıflar açısından bakıldığında, bir önemli niteliği de "zorun" olmasıdır. Feodal toplumdan, kapitalizmin en üst evresi olan tekelci emperyalist aşamasına kadar bütün üretim biçimlerinde vergi kavramındaki ortak niteliği "zorun" olmasıdır.. Kapitalist dünyada egemen sınıfların ve onlara yandaş katmanların, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin üzerindeki baskı aracıdır vergi. Bu baskı sonucu devlet bu kitlelerden aldığı değerlerin büyükçe bir bölümünü kapitalizmin işlemesine ve kapitalistlere kaynak transferi olarak verir. Kısacası verginin bu "zorun" özelliğinden de yararlanılarak kapitalist sınıf için bir çeşit emekçi kitlelerden kaynak aktarma işlemidir vergi.

Vergi kaçırma da verginin "zorun" özelliğinden doğar, Zorunlu vergiyi, kolaylıkla ücretlerinden, bordrolarından, başka bir varlıkları olmayan sınıfa yansıtma olanağı olan zengin sınıflar kaçırır.Nitekim 7 milyona yakın insan kayıt-dışı çalışıyor ve patronlar vergi ödemeden sınırısız bir sömürür gerçekleştiriyor,toplanan vergilerin yüzde 65'i ve bütçenin yüzde 40'ı faize yerli ve yabancı tekellerde alınan borç faize gidiyor, dahası Türkiyede toplam vergi gelirinin sadece yüzde 7'si holdinglerden, bankalardan alınırken; asgari ücretli yıllık gelirinin yüzde 40'ını vergi olarak ödüyor,ve vergi gelirinin yüzde 70'si emekçilerden .

Bu yüzden dolaylı vergiler kaldırılmalı, artan oranlı tek bir vergi sistemine geçilmelidir; vergi sistemi işçileri ve diğer emekçileri gözetecek biçimde düzenlenlenmelidir. İşçi ve emekçilerin en önemli taleplerinden biri de budur.

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu