12/10/2014 3:00
Bugünkü çağdaş psikolojide kalıtımla çevre bir bütün teşkil etmektedir. Kişilik, çevre ile kalıtımın bir bileşkesidir. Kalıtım hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlı olmakla birlikte yapılan araştırmalarda, türdeş (Homojen) olan ilkel toplumlarda, çocuklara aynı eğitim yöntemleri uygulandığı halde, kişilik farklılıkları gözlenmektedir. Bugünün karmaşık çağdaş toplumlarında yeni doğan çocukların davranışları farklıdır. Kimi sadırgan kimi uysal olmaktadır. Çok çocuk sahibi olan anneler bunu daha iyi gözlemlemektedirler. Hipokrat çok önceleri, doğuştan gelen ve kişiliği etkileyen özelliklerin önemini belirtmiştir.

Örneğin 1965 yılında Jacobs ve arkadaşları İskoçya'da 197 suçlu üzerinde yaptıkları araştırmada yüzde 0.4 olan XYY kromozomu oranının bu kişilerde yüzde 3.5 olduğunu saptamışlardır.

Saldırganlığın oluşumunda, diğer nedenler olarak organik beyin sendromları, kafa travmaları, akıl hastalıkları, piskopat kişilik, içsalgı bezi düzensizlikleri, doğum zorlukları, oksijen yetersizlikleri, hamilelik esnasında annenin bazı ilaç ve uyuşturucuları kullanmış olması, Röntgen yoluyla geçen ışınların tahribi gibi nedenler sayılabilir. Beyindeki bazı toksi - enfeksiyon halleri de saldırganlık oluşturabilir (Genel felç, kuduz).

Saldırganlığı yaratan en önemli etkenlerden biri de belirli çağlarda kişilere göre farklı nitelik ve nicelikte özellikler gösteren ergenlik ve klimakteryum bunalımlarıdır. Ergenlik, belirli biyolojik gelişmelere bağlı olarak yorgunluk, huzursuzluk, saldırganlık, sıkıntı, isyankarlık çağıdır. Otoriteye karşı gelme, özgürlük isteği ve tutarsız davranışlar dikkati çeker. Özellikle özgürlük arzusu engellenir ya da fazla denetlenirse saldırgan davranışlar sergilenebilir. Bu devreye "fırtınalar çağı" denmektedir.

Menapoz ve Andropoz devrelerinde de geçici bir bunalım devresi görülür. Bunalımın azlığı ya da çokluğu, önceki devrelere bağlıdır. Önceki devreler olumsuz geçmişse sıkıntı daha fazla olur ve kişilik daha önceki devrelere dönebilir (regresyon); gençlere özgü kişilik özellikleri sergilenebilir (çapkınlık, aşırı süslenme, giyimine fazla özen gösterme vb. gibi). Kimi kişilerde ümitsizlik, hayal kırıklığı, aşağılık duygusu nedeniyle öldürme ve intihar girişimleri görülebilir. Kişi öfkeli ve saldırgandır.

Gençliklerini sorumsuzca geçiren, hatta cinsel konularda fazla etkin olan bazı kişilerin bu çağda, mistik ve dine aşın bağlı oldukları saptanmıştır. Birçok cinayet ve intihar olaylarının bu çağda olduğu unutulmamalıdır.

Uyuşturucu madde bağımlılığı ve ilaç tutkusu da saldırganlık nedeni olabilir. Amfetamin alışkanlığı ve bağımlılığı, bu maddenin bedende yapıtığı kimyasal değişmeler sonucu (düşünme, harekette hızlanma, aşın cesaret kazanma, güven duygusu) saldırgan davranışlara neden olmaktadır. İkinci Dünyü Savaşında ABD ve japon askerlerine (özellikle harakiri için) saldırganlığı ve fiziki aktiviteyi arttırmak için amfetamin verilmiştir. Toffler'e göre yakın bir gelecekte yiyeceklerimize saldırganlığı yok edici ilaçlar karıştırılacaktır . Sürekli esrar, alkol ve LSD kullanan kişilerde öfke panik, kaygı halleri görülmektedir. Bunların elde edilememesi halinde (Yoksunluk belirtileri) durum daha da trajik hal almaktadır. Esasen bütün bu alışkanlıkların oluşumunda toplumun, özellikle yanlış eğitim koşullarının, aile - çocuk ilişkilerinin bozukluğu (Güven duygusu olmayan çocuklar) önemli bir rol oynamaktadır.

Saldırganlık konusu araştırılırken konuyu sınırlandırmak önemlidir. Saldırganlığı çok geniş anlamda alırsak, her olayda, doğrudan ya da dolaylı bir saldırganlık ögesiyle karşılaşabiliriz. Saldırganlığın normal ve patolojik boyutlarını da ayırdetmek gerekir. Saldırganlığın bilinçli ya da bilinçdışı bir olay olduğunu ayırdetmek her zaman olanaklı değildir. Örneğin sadist ya da mazokist olan şiddet türünde ve bunların içe yansıması olan intihar olayında, bilincin sınırını çizmek güçtür.

Teorilerden anlaşıldığına göre saldırganlık nedeni olarak çevre faktörü ağır basmaktadır (Biyoloji bilimi hakkındaki bilgilerimiz henüz yeterli değildir). İnsanlar arasında göreli bansın

sağlanması açısından sorun, eğitimciler ve politikacılar bakımdan daha da önem kazanmaktadır. Saldırganlığı alevlendirici koşullara tepki göstermek, hatta bu amaçla şiddete başvurmak (2. Dünya Savaşı örneği), insanlığın geleceğinin sigortasıdır.

Bireysel düzeyde saldırganlık, hem olumlu hem de olumsuz olabilmektedir. Aynı şekilde toplumsal düzeyde de barışçı ve savaşçı toplumların bulunması .toplumsal saldırganlıkların hem olumlu hem de olumsuz olabileceğini kanıtlamaktadır. O halde sadırganlığı salt iç güdü olarak kabul etmek ve değişmeyeceğini ileri sürmek, yukarıda verilen örneklerle çelişki teşkil eder.

Türkiye'de terör olgusuna bilimsel bir yaklaşımla bakıldığı zaman, daha önemli olan belirleyici nedenlerle etkileyici nedenleri ayırmak gerekir. Belirleyici nedenler, yapısal ve kültürel değerlerle ilgilidir. Başka bir deyişle, tarihsel süreç içinde güçlü yürütme geleneğinin bozularak ikili bir yapı oluşturması ve bunun da kültürel çelişkilere neden olarak, toplumda bir kaos ortamının yaratılmasıdır.

Bu belirleyici nedenin yanında bunu etkileyen tali nedenler de vardır. Bunlar arasında en önemlisi dış dinamik denilen yabancı ülkelerin tahrik ve eylemleridir. Bir benzetme yapmak gerekirse, bir dinamitle bir kağıt parçası alarak, her ikisine de kibrit çaktığımız zaman biri sessizce yanar; oysa diğeri infilak eder. Toplumların yapısı da buna benzer. Hiç kuşkusuz ülkemizdeki terör ve anarşik olaylar üzerinde dış güçlerin de (CİA, KGB, FBI, Gladıo) rolü vardır. Çoğu kez abartılmış olmasına rağmen bu örgütlerin hükümet üzerindeki etkileri tartışma götürmez. Ancak aynı örgütlerin niçin her ülkede aynı derecede etkili olamadıkları sorusu, iç dinamiğin (toplumsal kültürel yapı) önemini vurgular.

Tarihsel istatistiklere göre savaş ve barış oranı incelendiğinde, sonuç tüyler ürperticidir:

"Meraklı tarih bilginlerinden biri son beş bin yıllık insanlık tarihini dikkatle gözden geçirip yeryüzünde küçüklü büyüklü dış ve iç savaşlarda geçen yıllarla, tam barış içinde geçen yılları saptayarak, ayrı ayrı iki sütunu, altalta yazmış ve sonra bu rakamları toplamış. Ne bulmuş biliyor musunuz? Tam barış içinde geçen yılların toplamı 288 imiş. Evet beş bin yıl içinde sadece, 288 barış yılı".

Bu durumda barış oranı: % 5.76; başka bir deyişle 17.36 yıl savaş ve sadece 1 yıl barış olmuş.

Birinci Dünya Savaşı'nda ölen sivil sayısı sadece % 5 olduğu halde İkinci Dünya Savaşı'nda bu rakam % 48, son savaşlarda (Bosna Hersek'te) ise ölen sivil sayısı % 95'tir.

İngiliz dilinin, Ortaçağın ilk dönemlerinden zamanımıza kadar 500 bini aşkın sözcüğü taranmış ve savaşla ilgili sözcükler barışla ilgili sözcüklerin yaklaşık 42 katı bulunmuştur. Buna göre savaşla ilgili 16864, barışla ilgili 396 sözcük vardır. Ölümle ilgili 1888 sözcük, cinayet için de 1472 sözcük kullanıldığı anlaşılmıştır.

Bu rakamlara bakarak kötümser olunabilir. Ancak önceden hazırlıklı savaşlar ve savaşın kurumsallaşması belli bir tarihten sonra olmuştur. Saldırganlık evrensel bir olay değildir. Belirli koşullar saldırganlığı azaltabilir ya da çoğaltabilir. Devletlerin temel felsefeleri ve bunun, aile ve bireylere yansımış biçimleri saldırganlığı etkilemektedir. Sanayileşmiş toplumların temelini oluşturan aşırı yarışma ve açgözlülük felsefesi sürdükçe ve bunlar, aile ve bireysel faktörlere yansıdığı sürece saldırganlığı önlemek, göreli olarak güçleşecektir. Nitekim Atatürk'ün bu konudaki görüşleri de aynı doğrultudadur.

"Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır.

İnsanlığın tümünün gönenci (refah) açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir"

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu